İstanbul
Müzik kariyerinde 56. yılını kutlayan şarkı sözü yazarı, besteci ve yapımcı Vedat Sakman, yaşamında önemli bir yer tutan manici babaannesini, Aşık Veysel ile köy enstitülerinde eğitim veren babası Mazhar Sakman’ı, önceki aylarda dijital platformlarda yayımlanan "Vedat Sakman’ın Yarım Asırlık Müzikal Yolculuğuna Bir Saygı Duruşu: 50 Yılın Senfonik Öyküsü" adlı albümünü, çocukluğunu ve yaşamının önemli dönüm noktalarını AA muhabirine anlattı.Anadolu Ajansı röportajımıza hoş geldiniz. Nasılsınız? Bizi mekanınızda ağırladınız, teşekkür ederiz.
"Hoş bulduk, iyiyim, siz nasılsınız? Estağfurullah, şeref verdiniz."
Sağ olun. "Vedat Sakman'ın Yarım Asırlık Müzikal Yolculuğuna Bir Saygı Duruşu: 50 Yılın Senfonik Öyküsü" adlı, 50 yılınızın bir özeti olan albümünüz geldi. Hayırlı olsun. Caddebostan Kültür Merkezi'ndeki konser kayıtlarınız Resital Sanat Yapım, GRGDN Müzik ve the state51 Conspiracy iş birliğiyle yayınlandı. Bu sanırım sadece dijital platform için yapıldı değil mi?
"Teşekkür ederim. Bu konser canlı çalındı ve canlı kaydoldu. Görüntüleri de çekildi. CD ve plak basımı özel bir hale geldi. Dijital platformlarda, sosyal medyada falan yayınlanıyor. Artık iletişim öyle."
Gençlere ulaşmanın bir yolu artık dijital platformlar, değil mi?
"Tabii. Artık çok birleşti mevzu. Müziğin de yaşı başı olmadığı için, bu tip albümler yayınlıyoruz tabii. Mesela dinleyici kitlesine bakıyorum Spotify’da, benim şarkılarımı dinleyenler 18-45 yaş arası en yüksek seviyede. Eski insanlar çok dijitalde olmuyor. Onlar CD alıyor. Tabii o materyalin de olması lazım, çünkü arşivciler var. Onlar için de yapacağız? Belki arşivciler için seri numaralı plak ve CD basımı olabilir."
Galiba yeni bir albüm hazırlığınız var değil mi?
Vedat Sakman: "Yeni albüm bitti. Biraz ortalık sakinleşsin. Çünkü kimsenin müzik falan dinlediği yok. Sonbaharda yeni albümü planlıyoruz."
Tamamen yeni parçalar ve salgın dönemi ürünleri mi?
"Tamamen yeni parçalar ve aynen öyle. Pandemi dönemi ürünleri oldu. Bu dönemi avantaja çevirmek için yaptım. Daha doğrusu psikolojik sorunlardan da kurtuluyorsun. Çalmamak, eve kapanmak, performans gösterememek bizi psikolojik olarak çok yıpratıyor. Müzisyenlerin de geneli böyle yaptı zaten."
Normal albüm şarkı adedi kadar mı şarkılar? 10 tane mi?
"10 şarkı koyduk. Onun ötesinde, sonraki albüme de yeni şarkılara da başladım aslında. Çünkü hayat devam ediyor. Bizim de artık yakınlaştı veda zamanımız. Tatile çıkacağız. Bu hayatın gerçeği. İşte olabildiğince daha hızlı tecrübelerle gidiyoruz. Gençlik gibi değil, daha hızlı yürüyebiliyorsun yani. Söylenecek sözün çoğalmıştır, onları anlatmaya çalışıyorsun. Devam ediyoruz."
"İlk defa klasik bir orkestrayla albüm yaptık"
Bir nevi hayatın özeti gibi denebilir mi bu albüme o zaman?
"Hayatın özeti, evet. İlk defa klasik bir orkestrayla bu albümü yaptık. Heyecan vericiydi. Erman Aksoylu var bizim kardeşimiz. Hem İlhan Şeşen ile benim menajerliğimizi yapıyor hem de iş ortağımız. İş ortağımız diyoruz artık ona, menajerimiz demiyoruz. O bir yatırım yaptı, bu konseri tertipledi. Caddebostan'dan sonra İTÜ’de yaptık aynı konseri. Bir yatırım tabii bu ama sonuçta da böyle bir albümü insanlara bir firma sunuyor. İnşallah oradan da geri dönüşü ekonomik olarak olur ve o yatırımı da karşılar diye sevinçliyiz bu albümün olmasından."
Çok değerli bir babanın evladısınız. Babanız Mazhar Sakman, orta Anadolu müziğinden bir halk ozanı ve Aşık Veysel'le köy enstitülerinde eğitim de vermiş bir isim. Anneniz ise Girit kökenli İzmirli bir aileden geliyormuş. Doğu ve batı sentezi gibisiniz adeta. Konya’da doğup büyüdünüz. Oradaki yaşamınızı, çocukluğunuzu da hatırlatarak biraz anlatır mısınız?
"Doğru. Tabii çok detay var ama genellikle şunu diyebilirim. 1950’li yıllar, savaş sonrası Anadolu’nun toprağında hayatı anlamaya başladığım yaşlar. İlkokul ve ilkokul öncesi zamanıydı. O dönem hiç asla şimdiki gibi değil. İki kilometre yürüme mesafesinde bir çeşme vardı. Evinizin su ihtiyacı için testinizi oradan doldurup gelirsiniz. Daha mı mutsuzduk? Hayır. Hayat öyle, herkes aynı şeyi yapıyor zaten. Oradan su taşırken testi kırmışlıklarım da vardır tabii. Çocukluk... Babaannem sert bir kadındı, tam Anadolu kadını. Ama mesela bana hiç sertliği olmadı. Bir gün turşu testisini kırdım. Geldi 'Aman yavrum ne yaptın?' dedi. Başka bir şey demedi. Manici bir kadındı. Benim mesleki hayatımda yeri vardır. Kadınlar biliyorsun Anadolu'da mani yakar, türkülerin çoğu onlardandır.
Küçük bir anımı da anlatayım. Kitapta da var zaten (Usulca Vedat Sakman- Müzisyen). Vesile'ydi adı. Bir düğüne davet edildiği zaman mesela, 'Aman Vesile abla geliyor, hiçbir kusur olmasın. Hemen bir kulp takar, bir mani düzer bize.' derlerdi. Gidiyor düğüne, her şeye bakıyor, sakız gibi, kolalanmış, tertemiz. Tuvalete gidiyor, dışarıdaydı o zaman tuvaletler. 9 ibrik var. Çıkıp diyor ki; 'Bu hane ne güzel hane/ İçinde yaşar cane/ Ömrümde görmedim, 9 ibrikli abdesthane.' Orada hemen dörtlüğü yazmış. Böyle bir geleneğe gözümü açtım. Babam eğitimli bir müzisyendi. Piyanodan, klarnetten, flütten tut, saz, tambur, bağlama bütün enstrümanlar evde vardı. Ben bir yandan Brahms bir yandan türküler dinleyerek büyüdüm. Tabii o eğitimli bir müzisyendi. Hatta Halk Eğitim evleri orkestraları kurdu Ladik'te. Hasan Ali Yücel mesela o zaman Milli Eğitim Bakanı, geliyor, babama 'Bu orkestrayı sen mi kurdun?' diyor. 'Evet' diyor babam. 'Nerelisin?' sorusuna, 'Konyalıyım.' diyor babam. 'Müziğin membaından geliyorsun.' diyor. Konya folkloru derin bir folklordur aslında."
Bando orkestrası da kurmuş babanız değil mi?
"Tabii, Askeri bando orkestrasına da şeflik yaptı. Bando bir yerden bir yere tayin oldu mesela, yaya gidiyorlar. Diyelim ki Susurluk'ta şeker fabrikası filan ya oralar, Zonguldak’a tayin oldu. Öyle bir şeyi de var babamın. Asker ve askeri bando yola çıkıyor yürüyerek. 1949 senesi ve annem bana hamile. Annemi trene bindiriyorlar. Savaş sonrası tabii, yokluk. Her şey yeniden yapılanıyor ülkede. Mesela tren geliyor, lokomotif takıyor katarı, bir istasyon gidiyormuş, sonra bırakıp gidiyormuş. Onlar orada bekliyor. Bir ayda falan gidiliyormuş trenle. Bando orkestrası da yaya gidiyor. Hatta oraya vardıkları zaman ev kiralamak istiyorlar. Bir de o zaman deprem oldu galiba orada. Ev de zor bulunuyor. Ev dediğin de toprak evler o zaman. Bir evi görmeye giderken de annemin siyah manto varmış üzerinde, bana hamile. Ev sahibi ile konuşurlarken babamın dikkatini çekmiş; 'Ne o kız, ne var senin mantonun üzerinde?' demiş. Mantonun yarısına kadar bit sarmış kadını. Bu ülke nerelerden buraya geldi. İnsanlar bunları bilsin ne olur ya. Benim çocukluğum bu, yaşadım. Annem bana hamileyken annemi bit sarmış, düşünebiliyor musun? Kıymetini bilmek lazım her şeyin de. Bunları anlatmaya kalksam sabaha kadar konuşurum. O kadar çok anı var ki."
"Çocukluğumda tambura kadar, enstrümanların hepsini denedim"
Müzik o dönemlerde mi ruhunuza işledi? Annenizin Giritli olması, babanızın Anadolu müziği yapması etkiledi mi sizi?
"Herhalde öyle doğdum diye düşünüyorum. Gerçi 4 kardeşiz biz. Benim küçüğüm yani baba bir kardeşlerimden Mehmet, halen Konya’da yaşıyor. O da şairdir, romanları, şiirleri var çok değerli işler yapıyor. Bir kız kardeşim var Konya'da. O da resim üzerine uğraşıyor. Bir de ağabeyimiz vardı, çok genç yaşta onu kaybettik."
İlk enstrümanınız davul olmuş. Sonra gitara geçmişsiniz. Hiç bağlama çaldınız mı?
"Tabii. Çocukluğumda tambura kadar, enstrümanların hepsini denedim. Hatta bir de analığım vardı. Analığım da güzel türkü söylerdi. Evde küçük çocukken ben çalardım, o söylerdi. sonra İzmir’de ticaret lisesinde okudum ben. Liselerarası yarışmalar vardı, Milliyet Gazetesi yapardı. Çok değerliydi o yarışmalar. Oralardan çok müzisyen çıktı. Biz o yarışmaya katılırken, grupta davulcu yoktu. Ben çalayım dedim davulu. Davulculuğa ilk o yarışmada başladım. Sonra birkaç sene davul çaldım. Profesyonel olarak da çalıştım. Evlilikten sonra da bir müddet gitti öyle. Ama sonra baktım ki grupta şarkıcılar çok kaprisli. 'Ben çıkıp şarkı söyleyeyim.' dedim. Bu sefer şarkı söyleyip, gitara geçtim. Bütün enstrümanları çocukluğumdan tanıdığım için ürkmedim."
Davul daha agresif, gitar daha romantik bir enstrüman sanki?
"Çalmaya bağlı. Yani ne yazık ki öyle değerlendiriliyor. Davulculardan korkuyor insanlar. Halbuki davul hiç de öyle değil."
Öyle mi, nasıldır?
"Tabii, (davul) eşlik sazıdır. (Davulcu) Eşlik etmeyi bilecek. Ama yanlış yerleşiyor bizim davulcu arkadaşlarda. İnşaatta gibi pata küte girişiyorlar. Herkes korkuyor davulcudan. Burada arkamda ufacık bir davul var. Şurada oturursunuz ama bazen davulu duymazsınız bile. Müziğin içinde eşlik sazıdır. Müziğe destek olan bir şeydir. Başrolde oynayan bir şey değildir. Solo verildiği zaman, solo atabilir. O da ortamına göre. Burada patır kütür girişilmez. Ama bunlar işte müzikalite denilen mesele, müzisyenlerde olması gereken. Birçok müzisyende ne yazık ki bu yok. Müziğe hizmet etmesi lazım."
"Davul, bas, keyboard, klavye temel enstrümandır"
Ana enstrüman diye bir şey var mıdır?
"Ana enstrümana biz temel saz deriz. Davul, bas, keyboard, klavye temel enstrümanlardır. Zaten klasik müzikte de temel, anahtar enstrüman piyanodur. Klasik eğitimin bütün dallarında ne çalarsanız çalın, nereye girerseniz girin, konservatuarlarda da piyano eğitimi mutlaka vardır. Bir de konsertist, piyanist eğitimi var. Bütün diğer dallardaki eğitimin temelinde mutlaka piyano vardır."
Sanatçıların birçoğu bestelerinizi okudu. Zuhal Olcay, Leman Sam, Akrep Nalan, Hümeyra, Levent Yüksel, Mustafa Ceceli aklıma gelenler. Bunların arasında en çarpıcı ve müzik kimliğini oluşturan isim Zuhal Olcay oldu diye düşünüyorum. Sizin bestelerinizi okuyarak hem şarkıcılık hem de şarkıcılığının içinde oyunculuk gücünü ortaya çıkartıyordu. Siz nasıl düşünüyorsunuz?
"Evet, Zuhal Olcay’ın tiyatro ve sinemada büyük başarısı var. Çok yetenekli. Oradan müziğe geçişinde birlikte çalıştık. Zaten planlamayı öyle yaptık. Mehmet Teoman sözlerine, ben de beste ve düzenlemeler yaptım. Oyunculuktan müziğe geçişte nasıl bir müzik, nasıl bir hikaye olmalı diyerek, 'Küçük Bir Öykü Bu' albümünü yaptık. O bir proje albümüdür. Orada şarkılar tek tek, ayrı ayrı şarkıdır. Ama bütününe baktığınızda bir hayat hikayesidir. Sinema ve tiyatro gibi. Bütününü dinlediğiniz zaman bir öykü diyorsunuz. Çok da başarılı oldu Zuhal Olcay, ondan sonraki albümlerinde de."
Sonra "İki Çift Laf" oldu değil mi?
"Evet sonra 'İki Çift Laf'ı yaptık. Bir de 1997'de 'İhanet' albümünü yaptık. 3 albüm çalışması yaptık beraber."
Sanatçılar tarafından seslendirilen ve sizin de ayrıca albümlerinizde seslendirdiğiniz 'Yalnızlığım', 'Ayrılık da Sevdaya Dahil', 'Ankara'da Aşık Olmak', 'Muammalı Hummalı Aşk' adlı besteleriniz klasikleşti.
"Teşekkür ederim. Vallahi benim için en büyük onur kaynağı klasikleşmek meselesi. Aslında hepimizin zaten istediği tek şey o. Bugün var, yarın yokuz. İnsanın doğasında, 'Gelecekte ben anılayım.' duygusu var. Hepimiz için böyle. Çocuk yapmamız da bunun için. Bir şey yaratmak... Yalnızlığım şarkısı 32 sene oldu ve halen söyleniyor. Bir albüm veya şarkı 50 sene dinleniyorsa o klasik oluyor. Sanıyorum 20 senesi var ama klasik olacak gibi görünüyor. Bu da beni çok sevindiriyor. Biraz önce oğlumla konuştuk bunu. Gurur ve mutluluk veren bu. Gitmeden bir iz bırakıp, sanatın o büyük ağacına ufacık bir çentik atabilirsek ne güzel bize."
Ne konuştunuz oğlunuzla?
"İşte bunu konuştuk. 'Baba klasikliğe gidiyorsun yavaş yavaş.' dedi. 'Hadi canım.' dedim. Hesapladık, 32 sene olmuş. Şurada kalmış 18 sene. Bu da nereden başladı? Kapının önünden bir genç kızımız geçiyordu, 18 yaşında ya var ya yok. Durdu, 'Saygılar, Yalnızlığım şarkınızı ben dinliyorum.' dedi. 18 yaşında düşünebiliyor musun? Şarkıyı yapalı 32 yıl olmuş. Müzik böyle bir şey işte."
Anne ya da babasının dinlediği şarkıyı şimdi o dinliyor belki?
"Hatta belki dedesinin dinlediği. Benim torun 26 yaşında."
"9 albüm yaptık ama hep sanatsal ağırlığı olan albümlerdi"
Sanatçıların bestelerinizi okumasından mutlu musunuz? Bir seçim yapıyor musunuz, parçalarınızı okumasını istediğiniz sanatçıya dair?
"Tabii. Bir seçim değil de bir şekilde yollarımız kesişiyor. Aynı dili konuşan, sanata aynı yerden bakan insanlar olduğumuz için bir yerlerde birbirimizi buluyoruz yani böyle çalışmalar oluyor. Bunların hepsi çok değerli, iz bırakmış sanatçılar. Yani söylenecek bir şey yok. Bu insanlar kendilerini ispatlamış, sanata doğru bakmışlar, doğru durmuşlar hayatta. Yollarımız kesişti, ne güzel."
Aynı zamanda prodüksiyon da yapıyorsunuz. Mesela, Zuhal Olcay, Hümeyra bunlardan ikisi bildiğimiz ama piyanist Burçin Büke’nin klasik albümünün ve başka sanatçıların şarkılarının aranjörlüğünü de üstlendiniz. Prodüksiyon ve aranjörlük yapmayı seviyor musunuz?
"İyi oldu, Selmi (Andak) Ağabey'in de bir izi kalmış oldu. Zaten aranjörlük bu işin parçası. Müziğe devam ettiğiniz sürece düzenleme yapıyorsunuz. Prodüksiyon yapma işi daha ticari bir mesele. Bir ara ona da cesaret ettik, girdik. Aile şirketi kurduk kızımla, oğlumla; Sakman Müzik Prodüksiyon. Hala da var o prodüksiyon. 2000 yılıydı kurduğumuzda sanıyorum. 9 albüm yaptık ama hep sanatsal ağırlığı olan albümlerdi."
Şiir albümleri de yaptınız. Selçuk Yöntem’in ‘Bu Şiir Niye?’ albümü de sizden çıktı değil mi?
"Selçuk Yöntem, Cezmi Ersöz şiirleri var. O prodüksiyon işimizi zararla kapattık. Kapatmadık, duruyor prodüksiyon şirketimiz ama basamıyor, yapımcılığı yapamıyoruz. Fazla sanatsal bir şeylere girdiğinizde ekonomik dönüşü olmuyor. Ne yazık ki öyle. Umarım bir gün bu değişir."
Şarkı bestesi ile şiir bestesi arasında büyük farklılıklar var mı?
"Genelde benim çalışma sistemim edebiyat temelli. Şiiri yazarım ben. Önce, 'Şiir midir?' diye bakarım."
Şiir albümlerinde Cemal Süreya, Can Yücel, Ümit Yaşar Oğuzcan, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Behçet Aysan, Haydar Ergülen ve Tuğrul Asi Balkar şiirlerini de bestelediniz değil mi?
"Besteledim. Shakespeare'in 'Bazen', Füruğ Ferruhzad'ın 'Yolum Yok', Halil Cibran'ın 'Evlilik' şiiri var. Nietzsche’nin, Nazım Hikmet Ran’ın şiirleri var. Böyle bir prodüksiyonu da çıkaracağım, 'Dünya Şairleri'nden diye. Bu çalışmalar hep duruyor. Ülke sakinleşse, müzik dinlemeye başlasa çıkaracağız. Şimdi çıkarırsak karambole gider diye duruyoruz."
Biraz daha zamana ihtiyaç var galiba?
"Biraz daha zaman lazım, evet. İnsanlar artık müzik filan dinlemiyor. Herkes siyaset konuşuyor. Maç gibi. Maçı bile artık bırakmaya başladılar. Müzik, sanat artık konuşulmuyor. Biz bunu çıkarsak ne olacak? Nietzsche'yi çıkarıp kendimiz dinleriz bir güzel. İşin bu yönünün hallolması lazım ama sanıyorum birkaç ay sonra bir sakinlik olacaktır, kışa girerken."
Müzik hayatınızda 55. yılınıza girdiniz...
"56 yıl oldu."
Maşallah. Müzisyenler yorulur mu?
"Hayır, yorulmaz. Tam tersine müzik dinlendirir. 71 yaşındayım ve karşınızdayım. Konuşuyoruz. Yarın şu sahneye çıkacağım, performans yapacağım. Benim yaşımda insanlar sokakta zor yürüyor. Bunu bana sağlayan müzik, başka bir şey değil."
2019 yılı 8 Mart’ta "Nar Çiçekleri", 2020 yılında da İlhan Şeşen’le "Akustik Hikayeler"i yaptınız. Yakında da yeni albümünüz var bekliyoruz onu.
"Doğru. Gördüğün gibi hızla gidiyoruz. Bahsettiğimizin dışında şu ana kadar bunlar. Yeni albüm evet geliyor."
"Bir sene içinde 4 defa dolandırıldık Bodrum'da"
Sizin burada ve ayrıca Bodrum’da da bir mekanınız var değil mi?
"Bodrum, bizim Bodrumumuz değil. Vedat Türkali'nin bir kitabı var, 'Mavi Karanlık' diye. O kitabı tavsiye ediyorum insanlara, Bodrum'un ne olduğunu anlamak için. Bir sene içinde 4 defa dolandırıldık Bodrum'da. İnsanlar orada kendilerini çok akıllı görüyor ve her çeşit şeyi yapıyor. Ben oraya bir daha gezmeye bile gitmemeyi düşünüyorum. Ki orası bizim Bodrumumuz, biz Bodrum yaptık oraları. Uyku tulumlarımızla plajlarında yattık oranın o doğası doğal halindeyken. Şimdi gidip de paranın oraya çöküp, bizleri böyle dışlaması ve bizi affedersiniz amiyane tabirle salak gibi görmelerine tahammül edemiyorum. Ben neredeyse 50 yıllık işletmeciyim. Herkes orada kendisini çeki düzene alsın ya. Vedat Sakman olarak bunu söylüyorum."
"Müzisyenle balıkçının pek parası olmaz." demişsiniz yıllar önce. Balıkçı için balık mevsimi vardır, balığı tuttuğu deniz de çok önemlidir. Müzisyen için durum nasıl peki?
"Bir atasözüdür o. Aynı. Dönemleri var. Bugün yağmur yağar, akşam işiniz olmaz. Denizde de dalga olur, balığa çıkamazsınız. Böyle bir atasözü vardır, kullanılır. Müzisyenler arasında kullanılır ama böylelikle de dillendirmiş olalım. Yani bir birikim filan yapamıyor açıklamaları doğru, böyle yani."
50 yıllık işletmeciyim dediniz ve karakter olarak da bu tip şeyler çok umurunuzda değil gibi?
"Prodüksiyon yaptık. Bunun ekonomik karşılığının olmayacağını zaten biliyorduk, girdik. Belki kurtarır kendini, dedik. Ama hala konuşuyoruz onu. Yani yaptığımız prodüksiyonlarla gurur duyuyoruz. Onlar hala yaşıyor. Ekonomik karşılığının olmaması onların ölüp bir kenara gittiği anlamını taşımıyor. Edebiyatta da sanatta da böyle. Mesela burada gördüğünüz resimler hep orijinaldir ve Selçuk Belgökçe’nin resimleridir bunlar. Bu arkadaş bu resimleri yapıyor da bunlar yok olup gitmiyor. Ekonomik olarak dönüş, bütün sanat dallarında, dünyanın her yerinde de öyledir. Bu tercih meselesidir.
Bir örnek anlatayım, Selen Servi diye bir kızımız var. Benim yeni şarkılarımdan birini söyledi. Hatta sosyal medyada, dijital ortamlarda da yayınladı. Şarkının adı, 'Yakınlarıma Çok Yağmurlar Yağıyor'. Çok dramatik bir şarkı. Çok da güzel, caz formatında grupla söyledi. Onunla şunu konuştuk; 'Sen bunu Youtube’a girersin. Oranın bir promosyonu var. 150 lira yatır, yarın 10 bin seyirciye ulaşırsın. 10 bin kişi izlemiştir. Yatırmazsan 100 kişi izlemiştir. Ama şunun tercihini yapman lazım, 10 bin izleyende altta göreceğin yorumlara bakman lazım. 'Biraz daha göğüs dekolteni açsaydın.' diye bir yorum da yazabilirler. Ama o 100 kişi, işte senin dinleyicin o. O, 10 bin kişiden daha değerli.' dedim. Söylediğiniz şeye özellikle galiba bu cevap oluyor. Bu, yani popülizm bir tercih meselesi.
"Popüler alemi seçerseniz o birikiminizi değerlendirin çünkü 2 sene sonra sizi tanımayacaklar"
Popülizm tehlikeli bir şey bizler için. Dedim ya 71 yaşındaki benim şarkılarımı 18 yaşında çocuklar dinliyorsa, o mevzuya gömülmediğim içindir. O tehlikenin ben çok başında farkına vardım. Hangi senede? 1992'de, Zuhal Olcay’ın albümlerinin çok popüler olduğu, benim de aranjör, besteci olarak çok popüler olduğum bir dönemdi. Bana pop aleminden bir takım prodüksiyonlar için büyük para teklifleri gelmeye başladı. Tehlikeli olduğunu hissettim. Ankara’da bir haftalık bir işe gittim. 4,5 yıl Ankara’da yaşadım. 'Ankara’da Aşık Olmak', 'Ayrılık da Sevdaya Dahil', 'İlla Sevdim', 'Issız Kaldım' adlı şarkılarımı o dönem, orada yaptım. Şimdi burada kalıp villa almak mı? Oraya gidip bu şarkıları yapmak mı? Bu bir tercih işi. Ama benim için değerli olan, o şarkılar şu defterimde, burada yazılı. Akşamları insanlar buraya geliyor ve bu şarkıları çalıyorum. Bu çok daha değerli bir şey. Bunun örneklerini gördük.
Popüler dediğiniz alem sizi çok çabuk dışarı atar, bitirir ve bir daha da olmazsınız zaten. Genç arkadaşların bunları bilmesi gerekiyor. Eğer popüler alemi seçerseniz o birikiminizi mutlaka değerlendirin çünkü o sürmeyecek. 2 sene sonra sizi tanımayacaklar. Bir zamanlar televizyonları hatırlayın, bütün Türkiye’nin yüzünü hatırladığı insanların bugün adını hatırlamıyoruz. Düşünün. Bu iş böyledir.
Müzik burada devreye giren bir şey. Mesela televizyonda dizi ve reklamlarda çok popüler olursunuz birden fakat çok çabuk da yok olur gidersiniz. Müzik öyle bir şey değil. Attila İlhan, 'Her gün gittiğiniz o kıraathane müzik çalmıyordur. Bir gün gidersiniz, müzik çalıyordur. İşte o günü hatırlarsınız.' derdi. Çok doğru bir tespittir. Bakın müziğin böyle bir illüzyonu da var. Çok değerli bir bilgiydi bu Attila Ağabey'in bana söylediği."
Sonuna geldik. Son olarak kendinize ne sormak isterdiniz ve cevabınız ne olurdu?
"Çalışıyor musun oğlum? Evet, derdim. Her şey yolunda. İyi yayınlar olsun, güzel sohbet oldu değil mi?"
Evet, çok teşekkür ederiz, çok keyifli oldu, sağ olun.