Bu tür olaylar, toplumu içten çökerten ve tüm değerleri yok eden bir süreç olarak artarak devam ediyor. Toplumda değerlerde bir aşınma ve erozyon olduğu açık.
Tüm siyasi partilerin bu durumu dikkate alarak hassas bir çalışma yapması gerekiyor. Kalıcı çözümlere ve sağlıklı tespitlere ihtiyaç var. Zira bu durum, kaos riskinin yanı sıra siyasi sonuçlar da doğurabilir.
Nereden başlanabileceği sorusu gündeme geliyor. 1991’de Demirel’in tarihe geçen sözü, bir başlangıç noktası olarak ele alınabilir: “Esasen enflasyon, devletleri yıkan, milletleri içinden bozan bir olaydır. Enflasyon sadece pahalılık olayı da değildir. Ahlakı bozar. Borcu olan borcunu ödeyemez. Hırsızlıktan, soygundan fuhuşa kadar bütün yolları açar. Esnafı, köylüyü, işçiyi perişan eder. Gelir dağılımını, her türlü adaleti bozar.”
Evet, pahalılık ve yoksulluk, toplumu ve devleti içten çökertir, ahlakı bozar. Ancak bugünü tarif etmek önemli olmakla birlikte yeterli değil. Aradan geçen 30 yıl içinde hızlı ve çarpık şehirleşmenin, modernitenin, dijital dayatmanın, bilgi çeşitliliğinin ve uluslararası vahşi rekabetin ürettiği sorunların etkileri de göz ardı edilemez.
Sorun, sadece polisiye tedbirlerle çözülebilecek bir boyutta değildir; bu nedenle toplumsal bir mücadele gereklidir. Naçizane önerim, hem iktidarın hem de muhalefetin sosyal çürümeyi öncelikle ele almasıdır. Unutulmamalıdır ki, AK Parti’de bir kan kaybı yaşanırken, CHP de hızla ilerlemektedir. Neredeyse tüm anketlerde “cevapsız, kararsız, tepkili” oyların toplamı, ilk sıradadır.
Toplumun çekirdek destekçi kesimi dışındaki belirleyici kitle, şu aşamada her iki tarafı da izliyor. Kiminle birlikte hayal kurabileceği veya dertlerinden kurtulabileceği düşüncesi, bu kesimin hangi yöne gideceğini belirleyecektir.