Depreme dayanıklı bina üretimi, imarın deprem konusunda nasıl ele alınabileceği, sorumluların belirginleşmesi, afet riski taşıyan yerlerin onarımı ve bunlara dair yeni prosedürün ne olacağı hukukçuların yeni gündemi olmalı.
Bugünden sonraki gündemlerimiz uzunca bir süre deprem olacak. Şüphesiz başka şeyleri de konuşacağız ama deprem yine de büyük bir yer tutacak. Zira eksik adımları telafi etmek ve daha büyük etki oluşturabilecek afet senaryolarını konuşarak ülkesel bir eylem planı oluşturmak zorundayız... Zira deprem temel haklardan, ekonomiye; milli güvenlikten sosyolojiye birçok konuda etki oluşturdu. Bu yönüyle; deprem sadece coğrafik bir fay kırığı ortaya çıkarmadı, eski kurallar ile yeni dönem arasında da bir hat ortaya çıkardı diyebiliriz. İşte bu durum yapısal olarak "yeniden düşünme" dönemi demek. Konunun teknik yönlerinin, idari boyutunun, denetim hususunun ve yargısal niteliğinin yeniden tasarlanacak kurallara bağlanması gerekiyor. Bu bağlamda, deprem ile mücadelenin hukuki yönünde ne gibi düzenlemelere ihtiyaç olduğuna dair tespit ve önerilerimizi bu yazıda paylaşmak istiyoruz.
Doğru soruyu sormak
Depremzedelerin haklarını araması, hukuki yollara başvurması, davalar açması gibi durumlar deprem ile hukuk ilişkisinin önemli bir boyutudur. Bu kapsamda hukuk dünyası Türkiye'de önemli bir görev ifa etti. Baroların ve Birliğin bu konuda bilgilendirme ve hukuki yardım alanındaki adımları takdire şayan. Bu süreç geçecek. Bir beş yıllık süreçte yargı kurumlarının verdiği kararların niteliğini, içtihatların nasıl değiştiğini, depremle ilgili yargının bir refleks alarak takdir hakkını depremzededen yana kullanacağını, vereceği cezalar ile caydırıcılığı öncelediğini görmek istiyoruz. Ancak hukuk aleminin üzerinde düşünmesi gerekenler de var. Depreme dayanıklı bina üretimi, imarın deprem konusunda nasıl ele alınabileceği, sorumluların belirginleşmesi, afet riski taşıyan yerlerin onarımı ve bunlara dair yeni prosedürün ne olacağı hukukçuların yeni gündemi olmalı. Bir tartışma başlatmak gerekiyor: Dirençli kentlerin inşası için nasıl kurallara ihtiyacımız var?
Zihniyet dönüşümü
Konu bina, ev ve daire olunca, hukukun bakışı mülkiyet hakkı çerçevesinde şekillenir. Gerek imar ve gerekse afet riski olan yerlere ilişkin düzenlemeler buna örnektir. Misal 6360 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun afet riski altındaki alanlar ile bu alanlar dışındaki riskli yapıların bulunduğu arsa ve arazilerde, fen ve sanat norm ve standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye ve yenilemelere dair usul ve esasları belirlemek üzere hazırlanmıştır. Bu düzenlemeye göre bir yerin riskli bir yapı veya alan olarak ilan edilmesi durumunda "maliklerin anlaşmaya varması" esastır. Aksi halde yapı tahliye ve yıkıma konu olabilir. Bu süreçteki kararlar, birer idari işlemdir ve yargı denetimine tabidir. Kararların neredeyse tamamı meseleye mülkiyet hakkı ve idari esaslar açısından bakar. Örneğin Hatay'daki Aksaray ve Emek Mahalleri riskli alan imar planına ilişkin TMMOB tarafından açılan davada mahkeme usuli eksikliklere dikkat çekerek işlemi iptal etmiştir. Plan durmuş ve dönüşüm sağlanamamıştır. Soru basittir: Bakış açısı mülkiyetin değil yaşamın elden gideceği yönünde olsaydı böyle bir karar verilebilecek midir?
En önemlisi yaşam hakkı
Şüphesiz temel hakların korunmasından yanayız. Sıradan bir kamulaştırma dosyasında, imara aykırı bölümün yıkılmasında mülkiyet hakkının öncelenmesi, kararın tüm usule dair yönleri ile ele alınması şarttır. Ancak ortada "ne zaman yıkacağı belli olmayan" binalar ve afet riski varken bunu yapmak ne denli doğrudur? Eskimiş bir binanın dönüşümünde de aynıdır durum. Üç-beş malikin "kaprisi" sebebiyle kendi dönüşümünü sağlayamayan binalar ve uzayıp giden davalar...
Maliklerin binalarını kontrol ettirmekten imtina etmesi...
Kiracılara "beğenmiyorsan çık" demeleri... Özelde deprem, genelde afet konusu gündemdeyse ortada mülkiyet hakkına konu bir "mülk" de yoktur bence. Yargının meseleyi sıradan bir dava olarak görmeye de hakkı yoktur. Bu durum hassas olduğu için "ihtisas alanı" olarak ele alınmaya muhtaçtır. Bu bağlamda 2021 yılında gündeme gelen imar mahkemeleri fikri önemlidir. Gelen "dönüşüm imar planlarını" birkaç usule dair eksiklik ile iptal etmek yerine, eksiklerin tamamlanması, mahkemenin talep ettiği düzeltmelerin yapılıp işleme devam edilebilmesinin önünü açan bir düzenlemeye ihtiyaç var...
Ev muayenesi
Hassas olduğumuz konuların içine oturduğumuz evlerimizi, kiraya verdiğimiz dairelerimizi de eklemek zorundayız. Nasıl ki araba alacağımız zaman, birkaç eksper dolaşıp rapor alıyorsak, sanayide oto tamircilerine danışıyorsak ev alırken de buna dikkat etmek zorundayız. Bu konunun bizler takipçisi olursak, devletten hesap sormamız daha kolaylaşacak. Ev muayenesi sistemine geçmek gerekiyor. Gerek evi devrederken, kiraya verirken yılda bir kez veya başka bir periyotta tıpkı "asansör bakımı" gibi zorunlu muayene şartı olmalı. Bu muayeneyi her kurum sorgulayabilmeli: Su abonesi veren belediye, elektrik bağlayan şirket, tapu işlemini yapan idare ve nihayet belediyeler... Konu istismara açık olmasın diye çerçevesi belli biçimde akredite özel firmalara yaptırmanın mümkün olması gerekiyor. Noter gibi düşünelim. Fiyatları devletin belirlediği ancak tasdik etmek ile yetkilinin sorumluluk zincirine gireceği bir sistem.
Herkes müteahhit
İşini doğru yapan dürüst yüklenicileri tenzih ederim. Ancak yıkılan binaların birçoğunda müteahhit hatası olduğu belli. Fahiş fiyatlara satarken "yıkılmaz" denilen kartondan yapıların yerde uzanışını hep birlikte gördük. Herkesin kolaylıkla müteahhit olabildiği bir sistem asla ve asla kabul edilemez. Yapı Müteahhitlerinin Sınıflandırılması ve Kayıtlarının Tutulması Hakkında Yönetmelik çerçevesini yeniden ele alınmak ve hatta yasal bir düzenleme getirmek gerekiyor.
Burada sınıflandırmadan önce mesleğe giriş yeterliliği getirilmek zorunda. Yine sivil konut veya işyeri imal eden kimselerin sigorta yaptırma zorunluluğu ve yine belirli bir teminatın kamu fonunda tutulması şart koşulmalı. Bunlar yapılamıyorsa Belediyeler bünyesinde ve Bakanlık nezdinde akredite edilmiş müteahhitler belirlenmeli, "yeterli/yetersiz" ayrımı duyurulmalı.
Yapı denetimi konusunda da sorun var. "Ücretini bina malikinin" ödeyeceği kayıtlanarak "bir güvence getirilmiş" gibi görünse de uygulamada müteahhitler ödemekte. Bunun yerine ücretin bir oda vb yapıya yatırıldıktan sonra merkezi bir atama ile yapı denetimin yapıldığı bir sisteme geçmek gerekiyor. Gerçek bir denetimin olması, nitelikli müteahhitlerin artması için mevzuat değişikliğine ve belki yapı müteahhitleri hakkında bir özel kanuna ve gerçek bir meslek birliğine ihtiyaç var.
İmar ve sorumlular
Belediye başkanı olup bir şehrin kaderini tayin edecek karar verebiliriz. Belediye meclisine üye, imar komisyonuna aza olarak girip olmayacak planlara, imar edilmeyecek yerlere izin verme konusunda adımlar atabilirsiniz. Türkiye'de bunun için bir engel yok. Bunu yapanların ise sorumlu sayıldığı bir vaka duymadım. Hatta birçok meclis üyesinin, komisyon azası hakkında açılan davalarda "olmayacak yerlere izin vermeleri" halinde bile beraat kararları aldıklarını görüyoruz. Saiki ne olursa olsun, bir kusur varsa ortada en az bir sorumlu vardır. Ama imar meselesi öyle iç içe geçmiş bir izlek öngörür ki buradaki zincirin başında imar planından inşa faaliyetine; yapıyı denetleyenden iskân izni verene; imar durumuna aykırı davranandan kolon kesene kadar birden çok kimsenin sorumlu olduğunu görürüz. Burada normatif anlamda imar konusundaki kararlarda yetkinliği önceleyen düzenlemelere ihtiyaç var. Sorumluluk silsilesinin net biçimde siyaseten belediyede bulunan karar alma mercilerine de yöneltilmesi gerekmekte...
Asker ve madenci
Hepimiz askerlik yaptık. Silah tutmayı, nişan almayı, hedefi vurmayı öğrettiler. Herkesin bir zaman yolunun düştüğü askeriyede "arama kurtarma" eğitimlerinin alınması ve hatta bir kesimin uzman olarak yetiştirilmesi mümkün. Bunun için hem yeterli süre hem de imkân var. Ve bu eğitimi alanların hem orduda hem de sivil hayatta önemli görevler ifa edeceği açık. Bu kimselerin afet anında "seferberlik görev emri" gibi bir mekanizmayla göreve davetleri de mümkün. Bunun için yeni eğitim modülleri oluşturmak ve alt mevzuat metinleri ihdas etmek gerekiyor. Benzeri durum madenciler için de geçerli olmalı. Girilemez yerlere giren, emeğini asla ödeyemeyeceğimiz bu emekçilere kamuda veya özelde çalışması ayırt etmeksizin depremde kamu görevlisi sayılacaklarına dair bir düzenlemeye gidilmesi düşünülmeli.
Acil durum yönetimi
Afeti yaşayan afeti yönetebilir mi? Bu deprem, göçükten kurtulup işbaşı yapan kamu görevlilerinin psikolojisi ile yardıma gelmesi beklenen komşu ilin de kendisinden farksız olduğu ekstrem bir durumu gözler önüne serdi. Mülki idari amirlerinin birçoğunun yaşadığı şok, arama kurtarma yapan uzmanların yaşanan ikinci depremde hayatını kaybetmesi... Bunlar insani durumlar. Bu yüksek kriz halinde alandaki yöneticilerin birtakım sorunlar yaşadığını gördük. Hatta ilçelere geçici vali görevlendirmesi yapıldı. Türkiye'de Acil Durum Yöneticiliği/Valiliği kurumu ihdas etmek gerektiğini düşünmekteyim. İllere veya bölgelere acil durumu çalışmış kenti "afet yönetimi" noktasında baştan sonra bilen ve afet anında olay yerine intikal ederek duruma vaziyet edecek merkezde, hazır bekleyen yöneticilere ihtiyaç var. Bunun için de bir mevzuat değişikliği şart.
Deprem yasası
Tüm bunları ileriye dönük bir tartışma başlatmak ve sağlıklı bir deprem mevzuatı için yazdım. Son olarak şunu söylemek isterim. Bir hukuk devletinde en temel hak olan yaşam hakkını önceleyen yaklaşımla deprem, sel, yangın konularına dair bütünlüklü bir yasal düzenleme ve buna dayanak bir Anayasal düzenleme yapılması siyaset aktörlerinin tümünün görevi. Anayasamızda "tabii afet" bir olağanüstü hâl ilanı sebebi. Bu paradigma "deprem ülkesiyiz" teziyle bir çelişki içerir. Bizim olağan halimizde bile deprem konusunda olağanüstü yetkileri içeren bir yaklaşıma sahip olmamız gerekiyor. Yani OHAL ilanına bile gerek kalmadan, belirli bir tahribata ulaşması halinde sürece ilgili otoritelerin dahil olabileceği bir yönetim biçimine, mekanizmaya ve hatta bir bakanlığa ihtiyacımız olduğu açık. Bu da yetmez. Olası yıkımda kimlerin sorumlu olacağı ortaya net biçimde konmalı. Bu konular tıpkı zimmet, rüşvet, irtikap gibi resen soruşturabilir olmak durumunda. Zemini uygun olmayan yere imar ve yüksek kat izni vermek, ağır suç sayılmalı. Yani deprem konulu özel bir yasaya ihtiyaç var. Cezalar ağır sorumlular net olmalı.