Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Çankaya Köşkü'nde Avrupa Birliği üyesi ülkelerin Ankara büyükelçileri ile toplantı gerçekleştirdi.
Toplantıda yaptığı konuşmada salgın sürecinin tüm dünyayı etkileyen bir süreç olduğuna dikkat çeken Erdoğan, "Az önce yaptığınız toplantının verimli geçtiğine inanıyorum. Geçen sene korona virüs salgınının etkisiyle güvenlik algısının değiştiği, güç mücadelesinin arttığı, kurallara dayalı ilişkiler düzeyinin sorgulandığı bir döneme şahitlik ettik. Geleneksel tehditlerin yanı sıra salgın hastalıklar, tabi felaketler, iklim değişikliği, siber saldırılar ve terör gibi birçok asimetrik meydan okumaya maruz kaldık. Gerek bu sınamalar gerek Covid-19 salgınının ağır sonuçları küresel fay hatlarının ne kadar kırılgan olduğunu bir kez daha gösterdi. İnsanlığın 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana inşa edegeldiği binaların temelinin sağlam olmadığı gibi çok ciddi yapısal sorunlarla yüzleştiği bir süreç ortaya çıktı. Son asrın en büyük sağlık krizi olarak nitelenen bu salgında yardımlaşma, dayanışma, paylaşma gibi değerler geri plana itilirken, birçok ülke içe kapanmayı, kendi dışında yaşanan insani dramlara karşı kayıtsız kalmayı tercih etti" dedi.
"Avrupa Birliği içindeki siyasi, coğrafi ve ekonomik ayrışmalar daha belirgin hale geldi"
Yaşanan süreçte birçok alanda adaletsizlerle karşı karşıya kalındığına dikkat çeken Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Salgının 8 buçuk milyarlık insanlık ailesini birbirine yaklaştırmak yerine toplumlar arasındaki uçurumları derinleştirdiğini üzülerek görüyoruz. Keza aşıya adil erişim ve salgının ekonomik yükünü omuzlama hususunda yaşanan adaletsizlikler de günden güne artarak devam ediyor. Küresel sisteme, demokrasiye, sosyal barış ve istikrara risk oluşturan bu tehditlerden hiç kimse, hiçbir ülke azade değildir. Nitekim salgına bağlı ortaya çıkan bu olumsuz iklimden Avrupa Birliği de etkilenmiştir. Birliğin geleceğine dair Brexit süreciyle alevlenen tartışmalar salgınla birlikte yeni bir boyuta taşındı. Avrupa Birliği içindeki siyasi, coğrafi ve ekonomik ayrışmalar daha belirgin hale geldi. Bu durum Avrupa Birliği gündemindeki pek çok önemli konunun geri plana itilmesine yol açtı. Ortak göç politikası oluşturulması, yabancı karşıtlığı ve İslam düşmanlığı başta olmak üzere birçok kemikleşmiş sorun karşısında Avrupa Birliği maalesef kayda değer hiçbir adım atamadı" dedi.
"Attığımız tüm bu adımlara üzülerek ifade etmek isterim ki AB tarafından beklediğimiz karşılığı göremedik"
Konuya objektif bakabilen herkesin birliğin karşı karşıya olduğu bu tehditlerin aşılmasında anahtar ülkenin Türkiye olduğunu görmekte olduğunu söyleyen Erdoğan, "Türkiye, müzakere sürecini yürüten aday ülke olarak tedarik zincirleri, terörizm, göç, güvenlik, savunma, İslam ve yabancı düşmanlığı, sağlık ve enerji arz güvenliği gibi temel konularda sorun çözücü role sahiptir. Bu kritik dönemeçte Türkiye ve AB ilişkilerini her alanda ileriye taşıması daha da önem kazanmıştır. Biz de bu anlayışla birlikle münasebetlerimizi daha sağlam bir zemine oturtmak istedik. Katılım perspektifi temelinde olumlu gündemin hayata geçirilmesi maksadıyla diyalog ve diplomasiden yana çaba gösterdik. Üst düzey ziyaret ve temasların yanı sıra iklim, güvenlik, göç ve sağlık alanlarında yüksek düzeyli diyalog toplantıları gerçekleştirdik. Attığımız tüm bu adımlara üzülerek ifade etmek isterim ki AB tarafından beklediğimiz karşılığı göremedik. Gümrük Birliği'nin güncellenmesi başta olmak üzere bu olumlu gündemi hayata geçirmemek için bize karşı oyalama taktikleri uygulandı. Siyasi hesaplarla tam üyelikten kaynaklanan haklarını kötüye kullanan kimi ülkelerin bu süreçte engelleyici şekilde davrandıkları ortadadır. Ancak asıl üzerinde düşünülmesi gereken birliğin çıkarlarının birkaç üye ülkenin ihtiraslarına kurban edilmesidir. Esas hesaplaşılması gereken birliğin iradesinin birkaç devlet tarafından esir alınmış olmasıdır. Türkiye'nin tam üyelik sürecindeki kararlı, dirayetli, sabırlı tutumuyla birlik içindeki tabiri caizse yazılım hatalarının da görünmesine katkı sağladığına inanıyorum" açıklamasında bulundu.
"Avrupa ve Türkiye'nin çevresinde yaşanan mevcut krizler çözülmedikçe göç baskısının azalmasını beklemek gerçekçi değildir"
İletişim ve ulaşım imkanlarının bu kadar genişlediği, dünyanın küresel bir köye dönüştüğü bir dönemde insan haraketliliğinin arttığını ifade eden Erdoğan, "Avrupa ve Türkiye'nin çevresinde yaşanan mevcut krizler çözülmedikçe göç baskısının azalmasını beklemek gerçekçi değildir. Mevcut krizlere sürekli yenilerinin eklendiğin bir konjonktürde göç sorunu derinleşerek devam edecektir. Türkiye olarak politikalarımızı bu hakikateler ışığında şekillendiriyor, öngörülerimizi yine bu çerçevede yapıyoruz. Bir taraftan düzensiz göçe kaynaklık eden ülkelere yönelik yardımlarımızı artırırken, diğer taraftan meseleyi asıl boyutlarıyla da değerlendiriyoruz. Sınır ötesi operasyonlarımızla Suriye'nin kuzeyinin tüm dünyaya terörist ihraç edilen bir terör merkezi haline dönüşmesine engel olduk" dedi.
Türkiye'nin terörden arındırdığı bölgelerde bugün 4 milyonun üzerinde Suriyelinin hayatını idame ettirdiğini bildiren Erdoğan şunları kaydetti:
"Türkiye, buradaki varlığıyla Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunmasına katlı sağlarken yeni göç dalgalarının da önüne geçmektedir. Eline vicdanına koyan herkes kabul edecektir ki şayet, Türkiye'nin olağanüstü çabaları olmasaydı bugün hem Suriye hem de Avrupa çok farklı bir manzara ile karşı karşıya kalacaktı. Bizim gayretlerimiz olmasaydı göç krizi daha fazla derinleşecek, can kayıpları daha çok artacak, terör daha fazla azacak, istikrarsızlık çok daha geniş bir coğrafyaya yayılacaktı. Yine 500 bine yakın Suriyeli misafirimizin evlerine güvenli ve gönüllü geri dönüşlerini sağlamış olmamız ülkemizin bir diğer başarısıdır. Bu gerçeklere rağmen Türkiye göç krizi ile mücadelesinde AB‘den anlamlı bir destek alamadı. AB, Suriyelilere yasal göç yollarını açan gönüllü insani kabul programını hala hayata geçiremedi. Suriyelilerin terörden arındırdığımız bölgelere geri dönüşüne yönelik çabalarımız desteklenmedi. Avrupa'nın katkı vermediği iskan ve altyapı projelerini biz milletimizin ve sivil toplum kuruluşlarımızın desteği ile kendimiz hayata geçirdik. Belarus'ta yaşanan kriz ise birliğin göçle mücadelede sürdürülebilir bir politikadan yoksun olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir."
Erdoğan, "Burada bir kez daha altını çizerek belirtmek isterim ki; göç konusunda bizim AB'den beklentimiz sadece adil yük ve sorumluluk paylaşımından ibarettir. 18 Mart mutabakatının göç yönetimine ilişkin boyutu güncellenmediği sürece bu alanda derinlikli bir işbirliğinden söz etmek mümkün değildir. Yine bu süreçte geri itme hadiselerine ve göçmenlere yönelik uluslararası hukuku ayaklar altına alan uygulamalara da son verilmesi şarttır. Özellikle basına da yansıyan Ege'deki müessif olaylarla ilgili daha yürekli sesler yükselmesini bekliyoruz" dedi.
"Vize serbestisi turizm ve ticaret yanında Türkiye'nin tam üyeliği önündeki önyargıların kırılmasına katkı sağlayacaktır"
Büyükelçilere seslenen Erdoğan, "Bilindiği gibi 18 Mart mutabakatı işbirliği yanında Türkiye-AB ilişkilerinde 5 alanda daha somut ilerleme sağlamayı hedefliyor. Önümüzdeki dönemde özellikle vize serbestisi ve Gümrük Birliği'nin güncellenmesi konularında ilerleme kaydetmemiz gerekiyor. Vize serbestisi diyaloğu kapsamında kalan kriterler bakımından yerine getirmeye yönelik adımları zaten atıyoruz. Bu çerçevede 72 kriterden kalan altısının karşılanması hususunda önemli bir mesafe katettik. Vize serbestisi turizm ve ticaret yanında Türkiye'nin tam üyeliği önündeki önyargıların kırılmasına katkı sağlayacaktır. Gümrük Birliği'nin güncellenmesi ise ortak menfaatimizedir. Sürecin siyasi saiklerle engellenmesi, tüm taraflara zarar veriyor. Müzakerelerin başlatılması bir çok konuda uzlaşmanın yolunu açacaktır. Avrupa Birliği'nin 2022 yılında stratejik miyopluktan kurtularak Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesinde daha cesur davranmasını ümit ediyoruz. Mevcut kısır yaklaşımın birliğin bölgesel ve küresel güç olma iddiasına zarar verdiği ve hiçbir sorunu çözmediği ortadadır. Birlik içi dayanışma bahanesinin özellikle ardına sığınılarak Türkiye-Avrupa ilişkilerinin sabote edilmesinin önüne geçilmelidir. Bunun için de bazı üyelerin Türkiye ile problemlerini birlik koridorlarında çözme çabasından vazgeçmesi gerekiyor. Geçen sene komşumuz Yunanistan ile diyalog mekanizmalarımızın birçoğunu yeniden canlandırdık, gerilimin düşürülmesi için büyük gayret gösterdik. Ekonomik ve ticari ilişkilerimizi geliştirmek amacıyla pozitif gündem oluşturulması yönünde mutabık kalarak çalışmalara başladık. İki komşu ülke olarak doğrudan ve yapıcı diyalogla aramızdaki meseleleri halledebileceğimize samimiyetle inanıyorum. Türkiye'nin Kıbrıs meselesine karşı duruşu da nettir. Kıbrıs meselesinin çözümüne yönelik 50 yılı aşkın süredir devam eden müzakere süreçlerinin neden başarıya ulaşmadığı hepinizin malumudur. Rumlar, kendilerini adanın tek sahibi olarak gören, Kıbrıs Türklerini yok sayan zihniyetten bir türlü kurtulamadı. Maalesef AB körü körüne Rum tarafının sözcülüğünü yaparken, aynı coğrafyanın ayrılmaz parçası olan Kıbrıs Türklerinin haklarını, hukukunu görmezden geldi" açıklamasında bulundu.
"Kıbrıs Türk halkının egemen eşitliğinin ve eşit uluslararası statüsünün tescil edilmesi çözümün önünü açacaktır"
"Sergilenen çifte standartlar, artık hepimizi dünün güneşi ile bugünün çamaşırlarını kurutmaya çalışmanın zaman kaybı olduğu noktasına getirdi" diyen Erdoğan, "Kıbrıs meselesinin adadaki gerçekler temelinde tüm tarafların yararına olacak şekilde çözüme kavuşturulması için Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile birlikte çaba harcamaya devam ediyoruz. Kıbrıs Türk halkının egemen eşitliğinin ve eşit uluslararası statüsünün tescil edilmesi çözümün önünü açacaktır. Böyle bir çözüm, Doğu Akdeniz'deki işbirliği ortamının gelişmesine de katkı sağlayacaktır. AB açısından artık samimi bir muhasebe yapma vakti gelmiştir. Şayet AB çözüme gerçekten katkı yapmak istiyorsa 2004'te verdiği taahhütleri yerine getirerek Kıbrıs Türklerinin varlığını ve iradesini tanımalı, Cenevre'de sunulan çözüm önerisini değerlendirmelidir. Diğer türlüsü yeni bir oyalama, özellikle de taktik olarak görülecek, vakit ve enerji israfından başka anlam ifade etmeyecektir. Yarım asırdan fazla süredir AB'ye üyelik için çaba harcıyoruz. 20 yıla varan başbakanlığım ve cumhurbaşkanlığım döneminde üyelik sürecimizin tüm ayrıntılarına vakıf olduk. Bu 20 yıllık zaman diliminde Avrupa'da sayısız lider, cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, birlik temsilcisi ile görüştüm konuştum. Tam üyelik konusundaki adımların nasıl engellendiğini ülkemizin nasıl çifte standarda maruz bırakıldığını bizzat gördüm, yaşadım. Bu tecrübeler ışığında şu gerçekleri samimiyetle ifade etmek isterim; coğrafi tarihi ve beşeri olarak Avrupa Kıtası'nın bir parçası olan Türkiye elbette AB tam üyelik hedefine bağlıdır. Maruz kaldığımız onca adaletsizliğe rağmen AB bizim stratejik önceliğimiz olmayı sürdürüyor. Bu yönde gayret göstermeye devam ediyoruz. Örneğin, 2021-2023 yıllarını kapsayan AB‘ye katılım için ulusal eylem planı çalışmalarımıza hız verdik. Kabul ettiğimiz Yargı Reformu Stratejisi, İnsan Hakları Eylem Planı, kadına yönelik şiddetle mücadele, 4. Ulusal Eylem Planı ve çıkarılan 5 yargı paketi sürece ilişkin özellikle kararlığımızın en somut göstergeleridir" dedi.
"Atılan adımların beklenen sonuçları vermesi için Ermenistan'ın bölgedeki barış fırsatını iyi değerlendirip Azerbaycan ile olumlu bir ilişki kurması önem taşıyor"
Paris İklim Anlaşması'nın onaylandığını ve 2053 yılında net sıfır emisyon hedefinin ilan edildiğini hatırlatan Erdoğan, “Türkiye-AB ilişkililerinin en görünüyor boyutlarından biri olan mali işbirliği ve birlik programlarına katılıma büyük önem veriyoruz. Son 20 yılda ülkemize tahsis edilen 9.2 milyar avroluk AB fonu sayesinde 900'a yakın büyük ölçekli proje gerçekleştirildi. Bunların hepsi de karşılıklı yararımıza olan projelerdir. Önümüzdeki yıllarda birliğin Türkiye'ye katılım öncesi mali yardım aracı kapsamındaki fon miktarını artırmasının da ortak menfaatimize hizmet edeceği aşikardır. Tüm bunlarla beraber yapılması gereken asıl husus AB'nin Türkiye'nin üyelik sürecine dair samimi, adil ve ahde vefalı davranmasıdır. Bunu başardığımızda üyelik sürecimize asıl ket vuran sorunların ortadan kalkacağına, ülkemizin çabalarının meyvelerini vereceğine inanıyorum. Bosna Hersek'teki siyasi krizin çözümü noktasında yoğun gayret gösteriyoruz. Bölgenin 1990'ların olumsuz havasına dönme sinyalleri vermesinde AB üyelik perspektifinin sekteye uğramasının da etkisi büyüktür. Azerbaycan'ın topraklarını işgalden azat etmesiyle Kafkasya'da yeni bir döneme girdik. Bu gelişmenin ardından Ermenistan'la normalleşme sürecini balattık. Atılan adımların beklenen sonuçları vermesi için Ermenistan'ın bölgedeki barış fırsatını iyi değerlendirip Azerbaycan ile olumlu bir ilişki kurması önem taşıyor. Bölgemiz açısından bir diğer önemli konu da Suriye'dir. AB, Suriye meselesine sadece göç perspektifinden yaklaşmak yerine siyasi sürecin ivme kazanması için somut gayret göstermelidir. Libya'da ise sükûnetin muhafazası öncelikli hedefimiz olmalıdır. Seçimler de kalıcı istikrar ve barışa katkı sağlayacak şekilde yapılmalıdır. Bu yolda Türkiye olarak gereken desteği vermeye devam ediyoruz" değerlendirmesinde bulundu.
"Müzakere eden aday ülke olarak Avrupa Birliği ile işbirliğimizi ve diyaloğumuzu güçlendirmeye hazırız"
3. Türkiye-Afrika Ortaklık Zirvesi'nin 16-18 Aralık 2021 tarihlerinde salgın şartlarına rağmen İstanbul'da başarılı bir şekilde tamamlandığını söyleyen Erdoğan, "Gelecek ay AB, Afrika Zirvesi'nin yapılacağını biliyor. Bu coğrafyada işbirliği potansiyelimizin yüksek olduğuna inanıyorum. Türkiye 2022 yılında da girişimci ve insani dış politikası ile daha adil bir dünya hedefi yönünde gayretlerini sürdürecektir. Bu anlayışla müzakere eden aday ülke olarak Avrupa Birliği ile işbirliğimizi ve diyaloğumuzu güçlendirmeye hazırız. Önyargılar veya korkular yerine uzun vadeli stratejik bir bakış açısıyla hareket edilmesi ortak menfaatimizedir. Sizlerden gerek Brüksel'e gerek başkentlerinize yapacağınız yönlendirmelerle Türkiye-AB münasebetlerinde yeni bir sayfanın açılmasına destek olmanızı özellikle bekliyorum" dedi.
Hülya Keklik - Derya Yetim