Deprem yönetmenliğine uymadan yapılan ve 6 Şubat depremlerinde büyük yıkımlara neden olan sorumlular için Ceza Hukuku Uzmanı Prof. Dr. Hasan Sınar, "Hak ettikleri cezaları alabilmeleri ve toplum vicdanının rahatlatılması için ’Bilinçli Taksir’ yerine ’Olası Kast’tan yargılanmaları gerekiyor" dedi.
Cumhuriyet tarihinin en büyük doğal afet felaketi olan 6 Şubat 2023 depreminden bu yana 1 yıl geçti. Binlerce can kaybı ve büyük yıkıma neden olan deprem sonrasında kamuoyunu en çok sorumluların gerekli cezayı alıp alamayacakları konusu meşgul etti. Hukukçular, sorumluların hakkettikleri cezaları alabilmesi için delil toplanmasının ne kadar önemli olduğu üzerinde durdu. Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi, Ceza Hukuku Uzmanı Prof. Dr. Hasan Sınar, “Bugün hala toplumdaki en önemli konu bu büyük facianın sorumlularının yargı önüne çıkartılması ve hak ettikleri cezaları almaları. Yıkılan her bir binadan beton, toprak, demir örneklerin delil olarak muntazam bir biçimde toplanması, yani kısaca delil tespiti o yüzden çok önemliydi. İvedilikle harekete geçip, yıkılan her binadan bu delil tespitini yapamazsanız; artık ne o binanın yıkılmasından kimin sorumlu olduğunun belirleyebilirsiniz; ne de delil olmadan o kişileri cezalandırabilirsiniz” dedi. Prof. Dr. Hasan Sınar, deprem sorumluluklarının hak ettikleri cezaları alabilmeleri ve toplum vicdanının rahatlatılması için “Bilinçli Taksir” yerine “Olası Kast”tan yargılanmaları gerektiğini de vurguladı.
Resmi rakamlara göre 11 deprem ilinde toplam 5 milyon 649 bin 317 konuttan 1 milyon 929 bin 313’ü hasar aldı, 2 milyona yakın konut hasar gördü. Prof. Dr. Hasan Sınar, yıkılan her bir binadan tek tek delil tespiti yapılabilmesinin kolay bir süreç olmadığını ifade etti. Adalet Bakanı’nın 2 Şubat 2024 tarihli açıklamasında, deprem sonrasında başka illerden bölgede bine yakın hâkim ve savcı, 984 bilirkişi, 538 adli tıp uzmanı ve 8 bin 951 adliye personeli görevlendirdikleri bilgisine yer veren Prof. Dr. Hasan Sınar, maalesef her yere yetişebilmelerinin mümkün olmadığını ve tüm binalarda delil tespiti ve muhafazası yapılamadığını dile getirdi. Prof. Dr. Sınar, “Yine de 17 binden fazla yurttaşın yaşamını yitirdiği 1999 Büyük Marmara Depremi’nin ardından yürütülen soruşturma süreçleriyle kıyaslandığında, gerek Adalet Bakanlığının gerekse Hakim ve Savcılar Kurulunun (HSK) büyük bir gayret ve özen içerisinde delil toplama faaliyetine odaklandığını söyleyebiliriz” dedi. 1 yıl sonra, hangi aşamalarda geçildi ve nasıl bir noktaya gelindi
Depremden sonraki soruşturma sürecinde Adalet Bakanlığı depremden etkilenen illerdeki cumhuriyet başsavcılıkları bünyesinde “Deprem Suçları Soruşturma Bürosu” oluşturdu. Bu bürolara kaydırılan Cumhuriyet savcıları, ölümlerin yaşandığı binalarda ivedilikle delil araştırması faaliyetine girişti. Bu kapsamda, her bir dosyada binanın yıkılmasına sebebiyet veren temel faktörlerin belirlenmesi için uzman bilirkişilere başvuruldu; bu bağlamda özellikle beton, karot ve donatı örneklerinin incelenmesinde İstanbul Teknik Üniversitesindeki uzman akademisyenlerin ve binanın yıkılmasına ilişkin sorumluların belirlenmesine ve kusur derecelerinin tespitine ilişkin olarak ise Karadeniz Teknik Üniversitesinin uzman bilim insanlarının ön plana çıktığı çok önemli bilirkişi raporları dosyalara girdi. Cumhuriyet savcılıkları tarafından yürütülen bu soruşturma faaliyetleri 2023 yılının son aylarında büyük ölçüde tamamlandı ve iddianameler düzenlenmeye başladı.
Prof. Dr. Hasan Sınar, 2024 yılı itibarıyla çok sayıda dosyada iddianamelerin kabul edilmesiyle birlikte, kovuşturma evresine geçildiği bilgisini vererek, “Kovuşturma evresinde -soruşturma evresinden farklı olarak- tüm işlemlerin duruşmaların kamuya açık şekilde gerçekleştirilmesi ve bu yargılama faaliyetinin neticesinde, depremde ölümlerin yaşandığı her bir binanın sorumluları hakkında ‘hüküm’ verilmesi sağlanmalı” dedi. "Sorumlular ’Olası Kast’tan yargılanmalılar"
İddianamelerin çoğunun, “bilinçli taksirle öldürme” suçu kapsamında düzenlendiğine açıklayan Prof. Dr. Hasan Sınar, yıkılan binaların sorumlularının, deprem yönetmeliklerine aykırılık taşıyan o binanın bir deprem olması halinde yıkılabileceğini ve binada bulunanlar yönünden ölüm neticesinin doğabileceğini “öngördükleri ancak bu neticeyi istemedikleri için”, bilinçli taksirle hareket ettikleri kabulüyle bu iddianamelerin tanzim edildiğini anlattı. Bunun Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatları ile uyumlu, hatta trafikte işlenen suçlar başta olmak üzere, farklı alanlarda da yaygın bir şekilde uygulandığına dikkat çekti. Bu uygulamanın yanlış olduğunu ceza hukukçuları olarak, bu tarz durumlarda “bilinçli taksiri” suçlaması tıpkı trafik suçlarında savunulduğu gibi, deprem davalarında da “olası kast” olarak ele alınması gerektiğini belirtti.
Altınbaş Üniversitesinden Hasan Sınar’a göre, bir binayı deprem yönetmeliklerine aykırı olarak inşa eden veya bu binaya ilişkin önleme/tespit/denetim görevini yerine getirmeyen sorumlular, olası bir deprem halinde o binadakiler yönünden doğabilecek ölüm neticesini yalnızca öngörmüyor, aynı zamanda bu neticenin doğabileceğini kabul ediyor, göze alıyor ya da en azından bu neticeye kayıtsız kalmak suretiyle fiili işlemeye devam etmiş oluyor. Sınar, “Trafikte işlenen suçlar için yıllardır savunduğumuz bu tezin, yargı mercileri tarafından deprem davalarında öncelikli olarak değerlendirilmeli ve uygulanmalı. Bunun için Bölge Adliye Mahkemeleri ve Yargıtay’ın deprem davaları önlerine geldiğinde, olası kastı olarak değerlendirerek, bir içtihadî değişimine imza atmalılar” diyerek önemli uyarılarda bulundu. "’Bilinçli Taksir’ olursa 3 yıl, ’Olası Kast’ olursa 20 yıl"
Hasan Sınar, kamu vicdanının rahatlatılması adına örnek verdiği açıklamasına şu şekilde devam etti:
“Deprem davalarında iddianamelerin bilinçli taksirden düzenlendiğini belirttik, yargılama neticesinde mahkumiyetlerin de aynı şekilde bilinçli taksirden ortaya çıkması halinde manzara şu olacak; taksirle öldürme suçunun kanundaki cezası (TCK md. 85), 2 yıldan 5 yıla kadar; mahkemenin temel cezayı -rutin uygulandığı üzere- alt sınırdan 2 yıl olarak belirlediği vakıada, bilinçli taksir (TCK md. 22/3) nedeniyle ceza 1/3’ten yarısına kadar artırılacak. Diğer bir deyişle, bilinçli taksirle bir kişinin ölümüne neden olan sorumlunun alacağı ceza kaba hesapla, yalnızca 3 yıldan ibaret olacak. Oysa aynı deprem davasında, iddianamenin aksine mahkemenin, bizim savunduğumuz teze uygun olarak, olası kastın varlığını kabul ettiğini düşünelim. Bu takdirde artık taksir değil, kast hükümleri uygulanacaktır. Buna göre, kasten öldürme suçunun kanundaki cezası (TCK md. 81) müebbet hapis cezasıdır ve bu suçun olası kast ile işlenmesi halinde ise, TCK md. 21/2 uyarınca olası kastla bir kişinin ölümüne neden olan sorumlunun alacağı ceza, en az 20 yıl hapis cezası olacaktır.”
Hasan Sınar, deprem davalarında mahkemelerin olası kast hükümlerine göre uygulama yapmalarının, yalnızca sorumluların “yatarı dahi olmayan” küçük cezalar ile kurtulmalarını engellemekle kalmayacağını; aynı zamanda caydırıcı nitelik kazanacağına işaret etti. “İnfaz sisteminde ‘cezasızlık kültürü’ egemen”
Hasan Sınar’a göre ceza infaz sistemine cezasızlık kültürü egemen. Hapishanelerdeki yoğunluğu azaltmak maksadıyla, “örtülü af yasası” uygulamaları ile kişilerin cezalarının yalnızca cüzi bir kısmını çektikten sonra salıverilmeleri gelenek halini aldı. Hasan Sınar, “Bu nedenle Türkiye’de bir sanık herhangi bir suçtan hapis cezası aldığında, mahkemenin verdiği ceza miktarını önemsemez, onun için önem olan cezanın ’yatarının ne kadar olduğu’dur.” değerlendirmesini yaptı. Bugün görülmekte olan deprem davalarında verilecek mahkûmiyet kararlarında da benzer bir riske dikkat çeken Hasan Sınar, “Deprem davalarında yeni başlayan yargılamalar hele bilinçli taksir mahkumiyetleri ile neticelenirse, bugün tutuklu yargılananlar da dahil olmak üzere tüm hükümlülerin, çok kısa sürede aramıza dönmeleri sürpriz olmaz” uyarısını yaptı. Yapılması gerekenleri ise şu şekilde sıraladı:
"1- Deprem suçlarında ’olası kast’ temelinde bir cezalandırma sistematiği kurulmalı.
2- Deprem davalarındaki sorumluları da kapsayacak şekilde ’örtülü af kanunları’ çıkarılmamalı.
3- Sürekli ve tavizsiz bir kamuoyu baskısı oluşturulmalı.
4- Türkiye’de ceza adaleti sisteminde, ceza davaları çok uzun sürebiliyor. Deprem dosyalarında suçun işlendiğinin öğrenilmesinden iddianamenin kabul edilmesine kadar geçen soruşturma evresi genel itibarıyla yaklaşık 1 yıl içerisinde tamamlandı. Şimdi ise kovuşturma aşamasına geçildi ve duruşmaların icrasına başlandı. Yargıtay tarafından kesin hükmün verilmesi ise en iyi ihtimalle birkaç yılda tamamlanabilecek. Bu yargılamaların zaman içerisinde önemini kaybetmesi, kamuoyunun sorumluların akıbetlerine olan ilgi ve hassasiyetinin zaman içerisinde yitirilmesine karşılık mağdur yakınları başta olmak üzere, konuyla ilgili tüm uzmanların, gazetecilerin, hukukçuların, akademisyenlerin ve toplumsal sorumluluk hisseden herkesin, yasal süreçlerin işleyişi hakkında düzenli olarak kamuoyuna bilgilendirme yapması, düzenli bir raporlama faaliyeti ve düzenlenecek diğer etkinlikler ile, bu büyük felaketin sorumlularının cezalandırılması noktasındaki adalet beklentisini canlı ve diri tutma görevi bulunmaktadır. Unutulmamalıdır ki, bu ülkede ne yazık ki uzun yıllar içerisinde yerleşmiş olan kadim ’cezasızlık kültürü’nün yegâne panzehiri, toplumsal belleğin daima güçlü tutulması ve kamuoyu hafızasının düzenli olarak tazelenmesidir."