USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000
Eğitim

Milli Mücadele Dönemi Türk Diplomasisi sempozyumu düzenlendi

Türkiye cumhuriyeti'nin 100. Yılı onuruna istanbul yeni yüzyıl üniversitesi iktisadi ve idari bilimler fakültesi tarafından "milli mücadele dönemi türk diplomasisi sempozyumu" düzenlendi. Sempozyum, 1 kasım 2023 tarihinde üniversitenin alev ofluoğlu konferans salonu'nda gerçekleşti.

Milli Mücadele Dönemi Türk Diplomasisi sempozyumu düzenlendi
05-11-2023 09:32
Google News

Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Yılı onuruna İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi tarafından "Milli Mücadele Dönemi Türk Diplomasisi Sempozyumu" düzenlendi. Sempozyum, 1 Kasım 2023 tarihinde üniversitenin Alev Ofluoğlu Konferans Salonu’nda gerçekleşti. Prof. Dr. Yaşar Hacısalihoğlu: “100 yıllık büyük mücadele tarihimiz, yoklukları var eden bir azmin ve kararlılığın öyküsüdür”


Sempozyumun açılış konuşmasını yapan İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İ. Yaşar Hacısalihoğlu, "Cumhuriyetimizin 100 yıllık bilgi birikimine vurgu yaparak şunları söyledi:


“Cumhuriyetimizin yeni yüzyılının üçüncü günündeyiz. Yeni bir başlangıç yapıyoruz ve yeni hedeflerimiz var. Ama o 100 yıllık birikimi önümüze koyarak oradan çok önemli sonuçlar çıkartarak geleceğimize ışık tutacağız. Tarih bir bilinç işidir. Tarih, bilinç düzeyimize kazınmalıdır ve bizim tarihimiz, özellikle bu 100 yıllık büyük mücadele tarihimiz, yoklukları var eden büyük bir azmin ve kararlılığın öyküsüdür.” Prof. Dr. Hacısalihoğlu: “Diplomasi, savaşmadan savaşı kazanabilmenin bir yolu olarak önemli bir alan”


Prof. Dr. Hacısalihoğlu sözlerine şöyle devam etti:


“Milli Mücadele sürecimiz aynı zamanda diplomasi mücadelemizdir. Diplomasi, ezilip bükülmek, edilgenlik, teslimiyet alanı değildir. Diplomasi de mücadele alanıdır. Sahadaki gücümüzün kararlılığımızın, inancımızın, direncimizin masada devam eden mücadele birikimidir. Diplomasi savaşmadan savaşı kazanabilmenin yoludur. Unutulmasın ki diplomasi asla teslimiyet değil, mücadele alanıdır.”


Panel moderatörlüğünü İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sevgi Kalkan’ın yaptığı ilk oturumda İstanbul Üniversitesi Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Faruk Sönmezoğlu, Büyükelçi Dr. Hasan Ulusoy, Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Enis Tulça ve Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Furkan Kaya konuşma yaptı. Prof. Dr. Faruk Sönmezoğlu: “Milli Mücadele dönemi, zorluklar ve imkânsızlıklar içinde yürütülen bir mücadele dönemidir”


İstanbul Üniversitesi Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Faruk Sönmezoğlu, Milli Mücadele Dönemi Türk Diplomasisi konulu sempozyumda önemli açıklamalarda bulundu. Prof. Dr. Sönmezoğlu, Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesini yansıtan bu dönemin, uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi alanlarında büyük bir öneme sahip olduğunu belirterek, "Bu dönem, her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı için önemli bir tarihî dönemdir ve aynı zamanda uluslararası ilişkiler terminolojisi içinde kullanılan birçok kavrama ilişkin çok sayıda örnek içerir" dedi.


Prof. Dr. Sönmezoğlu, Milli Mücadele Dönemi’nin Türk diplomasisindeki stratejik önemine değinerek, "Milli Mücadele döneminde iç ve dış politika ayrımı yapmak zor. İstanbul Hükümeti ve Ankara Hükümeti gibi birimler arasındaki ilişkileri iç veya dış diye ayırmak kolay değil. Bu dönemi anlamak için amacı ve izlenen stratejileri anlamamız gerekiyor” dedi.


Prof. Dr. Sönmezoğlu sözlerine şöyle devam etti:


“Milli Mücadele döneminin amacı, Misak-ı Milli adı verilen altı maddeyle belirlenmiştir. Bu belgede, hem yeni bir ulusal devletin oluşumu hem de Osmanlı İmparatorluğu’nun bütünlüğünün korunması düşüncesinden öğeler bulunmaktadır. Bu amaçları gerçekleştirmek için çeşitli stratejiler izlenmiştir. Öncelikle, Mustafa Kemal’in pragmatik/gerçekçi yaklaşımı ve Osmanlı İmparatorluğu’nun coğrafi ve tarihi mirasını nasıl kullanabileceğini düşünmesi önemliydi. Bu dönemde dış politikada stratejik tercihler yeniden tanımlanmış, rakipler arasındaki çelişkilerden yararlanılmıştır. Askeri anlamda ise Yunanistan ile baş başa kalınmaya çalışılmıştır. Sovyet Rusya ile anlaşmalar yapılarak doğudaki sınır güvenliği sağlanmış ve bu ülkeden yardım alınması mümkün olmuştur. Ayrıca, İngiltere ve Fransa arasındaki anlaşmazlıklardan faydalanılmış, bu durum Ankara Hükümeti’nin lehine kullanılmıştır. Milli mücadele dönemi, zorluklar ve imkansızlıklar içinde yürütülen bir mücadele dönemidir. Ancak, bu dönemdeki stratejiler ve hedefler, Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesindeki başarısının anahtarı olmuştur.” Büyükelçi Dr. Hasan Ulusoy: “500 yıllık diplomasi geleneğimiz, Türk dış politikasının temelini oluşturuyor”


Türk dış politikasının evrimsel sürecine değinen Büyükelçi Dr. Hasan Ulusoy, "Türk dış politikası, tarih boyunca devamlılık göstermiş, ancak bu devamlılık sabitlik değil, sürekli değişim ve uyum içeren bir dinamizmi içeriyor. Geçmişten günümüze uzanan 500 yıllık diplomasi geleneğimiz, Türk dış politikasının temelini oluşturuyor. Milli Mücadele dönemi, Türk diplomasisinin en önemli evrelerinden biridir. Bu dönemde, sadece askeri başarılarla değil, aynı zamanda diplomatik yeteneklerimizi kullanarak uluslararası ilişkilerde etkin bir rol oynadık" ifadelerine yer verdi.


Atatürk’ün sözlerinden alıntı yapan Ulusoy, “Diplomaside gerçekçi olmanın ve askeri güçle diplomatik yeteneklerin bir araya gelmesinin önemini kavradık. Türk dış politikasını şekillendiren unsurların başında güçlü bir lider olan Atatürk’ün vizyonu yer alıyor. Atatürk’ün sözlerinde ifade ettiği gibi, ’Uluslar, anlaşmalardan ziyade duygularla birbirine bağlıdırlar.’ Bu duygudaşlık ve ortak çıkarlar diplomatik ilişkilerimizin temelini oluşturdu” diye konuştu. Dr. Hasan Ulusoy: "Milli Mücadele’de sadece askeri başarılarla değil, aynı zamanda diplomatik araçlarla da ilerledik”


Milli Mücadele dönemine dikkat çeken Dr. Hasan Ulusoy, "Milli Mücadele’de, sadece askeri başarılarla değil, aynı zamanda diplomatik araçlarla da ilerledik. Türk diplomasisinin uluslararası arenada dost kazanma süreci zorlu bir dönemde gerçekleşti. Pragmatik, akılcı, gerçekçi bir bakış açısıyla dengeleri de gözeterek, mümkün olan bütün fırsat ve imkanları kullanan Atatürk ve arkadaşları, çok yönlü bir diplomasi izlemiştir. Bu süreçte sosyo-psikolojik faktörlerin de etkisiyle başarılı adımlar attık" şeklinde konuştu.


Türkiye’nin gelecekteki dış politika hedeflerine de değinen Ulusoy, "Gelecekteki dış politikamızda bölgesel barışa katkı sağlama, yeni iş birliği modelleri oluşturma, dış ilişkileri daha fazla kurumsallaştırma ve küresel hedeflere katkıda bulunma amacındayız. Bu hedefler doğrultusunda, tarihsel mirasımızı ve diplomatik yeteneklerimizi kullanarak Türkiye’yi sahada ve masada uluslararası arenada daha da güçlendireceğiz" dedi. Prof. Dr. Enis Tulça: “Türk-Yunan ilişkileri 1820’lerden itibaren bir mücadele içindedir”


Sempozyumun ilk panelinde Türk-Yunan ilişkilerine değinen Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Enis Tulça, “Türk-Yunan ilişkileri, tarih boyunca pek çok önemli dönemden geçmiştir. Bu ilişkilerin kökenleri 1820’lerden bu yana devam etmektedir ve özellikle Milli Mücadele döneminde büyük bir önem kazanmıştır. Konuşmamda Milli Mücadele sırasında Türkiye’deki diplomatik yazışmalara odaklanacağım. Dış ilişkilerin, özellikle de Milli Mücadele dönemindeki yazışmaların önemli olduğunu düşünüyorum. İletişim Başkanlığı’nın düzenlediği bir toplantıda Türk tarafında yer alan akademisyenler ve gazeteciler olarak, Yunanistan’ın Türkiye’ye yönelik iddialarını ele aldık. Yunan tarafının, Pontus Soykırımı ve Ermeni Soykırımı gibi meselelerde Türkiye’ye yönelik iddialarını içinde bulunduğumuz pozitif gündem sürecinde geri çekmesi gerektiğini ifade ettik. Bu iddiaların gerçeklerle uyumsuz olduğunu ve Milli Mücadele döneminde Türk halkının direnişiyle çeliştiğini vurguladık” dedi. Prof. Dr. Tulça: "Yunanistan’ın Türkiye’ye yönelik bir saldırı düşüncesi aslında 1919’dan daha öncesine dayanıyor"


Milli Mücadele dönemini anlatan Prof. Dr. Tulça, “Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğindeki mücadele, Anadolu’nun işgal altında olduğu dönemde büyük bir öneme sahipti. Yunan ordusunun Anadolu’da yaptığı işgaller, köyleri yakma ve katliamlar gibi vahşet olaylarına dönüşmüştü. Bu durum, Türk halkının dayanışması ve direnişiyle karşılandı. Diplomatik yazışmalardan elde ettiğimiz verilere göre, Yunanistan’ın Türkiye’ye yönelik saldırı planları oldukça önceden başlamıştı. Yunanlılar, Anadolu’ya bir hareket yapmayı planlıyordu ve bu hareketi gerçekleştirmek için deniz yoluyla gelmeyi düşünüyorlardı. Bu süreçte, diğer Avrupa ülkeleri de kendi çıkarları doğrultusunda hareket ediyordu. Fransa, İngiltere ve İtalya’nın da bu süreçteki rolleri oldukça önemliydi. Milli Mücadele sırasında Türk halkı, büyük bir fikri mücadele veriyordu. Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğinde, Türk ordusu Samsun’dan başlayarak Anadolu’nun dört bir yanında mücadele veriyordu. Bu süreçte, Yunan ordusunun Anadolu’yu işgal etme girişimleri ve yaşanan çatışmalar, diplomatik yazışmalarla da belgelenmişti. Türkiye’nin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü için verilen mücadele, tarih boyunca Türk halkının gösterdiği kahramanlıkla anılmıştır. Bu dönemde yaşanan olaylar, Türk-Yunan ilişkilerindeki tarihî gerçekleri yansıtmaktadır. Bu noktada, Türkiye’nin milli mücadele dönemini ve bu süreçteki diplomatik yazışmaları doğru anlamak ve halkımıza doğru bilgiler sunmak önemli bir görevdir” ifadelerini kullandı. Doç. Dr. Furkan Kaya: “Atatürk, büyük bir lider olarak uluslararası ilişkilerde dengeyi sağladı”


Milli Mücadele’nin başladığı dönemi ele alan Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Furkan Kaya, “1919’da Milli Mücadele’mizin başlaması ve Cumhuriyet’in kuruluşuna giden süreçte, özellikle Sevr Anlaşması ve Sevres Anlaşması’na tabi olmaya çalışan düşmanların içlerinde anlaşamadıklarını, huzursuz olduklarını görüyoruz. İngiltere, Hindistan ve Mısır’da bağımsızlık mücadelesi veriyordu. Orta Doğu’da Şerif Hüseyin aracılığıyla Araplara söz vermişlerdi, ancak bu sözleri tutamadılar. Ayrıca işçi hareketleriyle uğraşıyorlardı. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Wilson’ın 14 ilkesi içinde özellikle kendi kaderini tayin etme hakkı vardı. Bu ilkeyi biz Anadolu’nun bölünmesi olarak gördük. Yabancı askerlerin çekilmesi, Avusturya-Macaristan’ın haklarına özerk girişimler, İtalya’nın sınırlarının yeniden çizilmesi gibi maddeler vardı. En önemlisi, Osmanlı Devleti’nin kontrolündeki boğazların paylaşılmasıydı" diye konuştu. “Atatürk döneminde uygulanan dış politika çok dengeliydi”


Atatürk döneminde uygulanan dış politika çok dengeli olduğunu ifade eden Kaya, ”Atatürk, muasır medeniyetler seviyesine ulaşma hedefini benimsemişti. Bu, batılılaşma olarak değil, medeniyet seviyesini yükseltme olarak anlaşılmalıdır. Sovyetler Birliği ile ilişkiler kurduk, ancak komünizmi benimsemedik. Lenin ile Atatürk arasında önemli mektuplaşmalar oldu ve Sovyetlerden silah yardımı aldık. Londra Konferansı’nda imzalanan Mondros Mütarekesi, bizim için kabul edilemez bir anlaşmaydı. Anadolu’nun işgal edilebileceği bir madde içeriyordu. TBMM olarak bunu kabul etmedik” dedi. “Mustafa Kemal Atatürk’ün bu süreçte verdiği kararlar, ulusal sınırlarımızı belirleyen Misak-ı Milli’nin gerçekleşmesini sağlamıştır”


Lozan Antlaşması’na dair yapılan tartışmaların aksine, Lozan Antlaşması’nı o dönemde, o konjonktür içinde yapılabilecek en iyi anlaşma olarak değerlendiren Kaya, ”Keşke Batı Trakya, 12 Adalar, Kıbrıs, Musul, Kerkük, Süleymaniye Türkiye’ye ait olsaydı; ancak bu dönemde elimizden gelen en iyisini yapmaya çalıştık. Mustafa Kemal Atatürk’ün bu süreçte verdiği kararlar, ulusal sınırlarımızı belirleyen Misak-ı Milli’nin gerçekleşmesini sağlamıştır. Lozan Antlaşması, kazanan ve kaybeden taraflar arasında yapılan bir barış anlaşmasıdır. Normalde kaybeden taraf anlaşmayı kabul eder, ancak biz orada kazanan bir devlet ve hükümet olarak yer aldık. Lozan’daki karşımızdaki güçler bizi, İstanbul hükümeti gibi göstermeye çalıştılar. Ancak biz eşit ve egemen bir devlet olarak müzakerelerde yer aldık. Bu, karşılıklı ve eşitlikçi bir süreç olarak değerlendirilebilir” şeklinde konuştu. “Tarih, geçmişle bugün arasında bir köprü olmalıdır”


Doç. Dr. Furkan Kaya sözlerini şöyle noktaladı:


“Sonuç olarak, bu dönemde Türk milleti bağımsızlık mücadelesini sürdürdü. Atatürk, büyük bir lider olarak uluslararası ilişkilerde dengeyi sağladı. Bugün de Türkiye’nin karşılaştığı zorluklar, o dönemdeki mücadeleyi hatırlatıyor. Tarih, geçmişle bugün arasında bir köprü olmalıdır. Yeni projeler ve sendromlarla karşılaştığımızda, tarihi doğru anlamak önemlidir” dedi.


Doç. Dr. Hüdayi Sayın’ın moderatörlüğünü yaptığı sempozyumun ikinci oturumuna İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Budak, Hacı Bayram Veli Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Oğuzhan Bilgin, Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Nebi Mis ve Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Alihan Limoncuoğlu konuşmacı olarak katıldı. Prof. Dr. Mustafa Budak: “Lozan’ı değerlendirirken, hedef-sonuç ilişkisi üzerinden analiz yapmak gerekir”


Lozan’a dair sadece isim üzerinden yapılan değerlendirmelerle tarih okumak yanıltıcı olabilir olduğunu ifade eden İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Budak, “Lozan’ı değerlendirirken, sonuç-sonuç analizi (Sevr-Lozan) yapılabileceği gibi daha doğru bir şekilde hedef-sonuç (Misak-ı Milli-Lozan) analizini yapmak gerekir. Bu analizde, hedeften hareketle Lozan değerlendirilmektedir. Aynı zamanda Lozan’ın tarihi doğu sorunu kapsamında Osmanlı Devleti’nin tasfiyesini gerçekleştirdiğini de bilmek gerekir. Bir başka deyişle, Osmanlı Devleti tasfiye edilmiş, yeni Türkiye kurulmuştur. Bu da Ankara hükümeti ile İtilaf devletleri arasında (İngiltere-Fransa-İtalya) karşılıklı çıkarlar çerçevesinde uzlaşmayla sağlanmıştır. En önemlisi, bu hususlar ile birlikte Lozan’ı sadece Türkiye merkezli değil, devrin hem küresel ve hem de bölgesel siyasetler açısından okunması için yeni ve kapsamlı tarih okumalarına ihtiyaç vardır” dedi.


Milli Mücadele döneminin en temel belgelerinden biri olan Misak-ı Milli beyannamesinin Osmanlı Mebuslar Meclisi’nde kabul ve ilanı, I. Dünya Savaşı sonrası yeni Türkiye’nin sınırlarını kriter olarak belirlemesi bakımından önemli olduğunu ifade eden Budak, ”Müslüman Türk milletinin bekası için gerekli asgari şartları ortaya koyması yönüyle de tarihi/siyasi öneme sahiptir. Aynı zamanda Misak-ı Milli Beyannamesi, Türk milletinin bağımsızlık mücadelesi için ortaya koyduğu kararlılığı ile birlik ve beraberliği simgelemektedir. Bu kabul ve ilan sürecinde, sadece Ankara’dan/Anadolu’dan gelen değil, İstanbul’a doğrudan gelen milletvekillerinin de katkıları büyük olmuştur" değerlendirmesinde bulundu. “Misak-ı Milli’de bazen kriter olarak ve bazen de ismen belirtilen stratejik yerler Türkiye’nin güvenliği açısından stratejik bölgelerdir, alınamayan yerler Türkiye için ’milli ukde’dir"


Türkiye’nin geleceği haritalarla belirlendiğini ifade eden Budak, ”Misak-ı Milli, Türkiye’nin sınırlarını ve ulusal kimliğini belirleyen temel bir dokümandır. Bu belge, Osmanlı döneminden günümüze uzanan tarihî bir sürecin ürünüdür. Misak-ı Milli’de ismen veya değil-kriter olarak- belirlenen yerler, Türkiye’nin milli güvenlik/sınır güvenliği için hayati öneme sahip stratejik yerlerdir. Özellikle, Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’ta bulunan yerler, daha kritik olup Batılı emperyalist planların içinde yer almaktadır ki, bu da Türkiye’nin milli güvenliği ve bağımsızlığını olumsuz yönde etkilemektedir. 2016’dan beri Türkiye’nin Kuzey Suriye’de gerçekleştirdiği askeri harekatlar bu amaca yönelik olup bölgesel istikrar ve barış amaçlıdır. Benim teklifim şudur ki, Türkiye, derhal, tıpkı Mavi vatan haritası gibi yeniden ve resmi olarak “Misak-ı Milli haritasını ilan etmelidir” diye sözlerimi noktaladı. Doç. Dr. Oğuzhan Bilgin: “Rus işgalleri, Türk dünyasındaki Türk haklarını ve hanlıkları daha fazla zor durumda bırakmıştır”


Türk dünyasına değinen Doç. Dr. Oğuzhan Bilgin, “Dünün anıları ve geçmişin izleriyle dolu olan bu özel günümüzde, Cumhuriyet’imizin 100. yılını kutluyoruz. Kuruluş dönemimize dair önemli konuların ele alındığı bu oturumda, özellikle Türk dünyası meselesinin yeterince vurgulanmadığını düşünüyorum. Türk dünyası derken, Anadolu Türkleri ve Osmanlı İmparatorluğu’nun batısında kalan, Kafkasya’dan Türkistan’a, Orta Asya’dan Balkanlar’a kadar uzanan coğrafyayı kastediyorum. Bu coğrafya, tarih boyunca Rusya’nın egemenlik politikalarıyla şekillenmiş, zaman zaman Rus işgallerine maruz kalmıştır. Özellikle Balkan savaşları döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflaması ve Rus işgalleri, Türk dünyasındaki Türk haklarını ve hanlıkları daha fazla zor durumda bırakmıştır. Bu süreçte, Türk halkları arasında bir dayanışma oluşturulması gerektiği düşüncesi ortaya çıkmıştır. Türk aydınları ve entelektüelleri, bu dayanışmayı oluşturmak için çaba göstermişlerdir. Türkistan’daki gazeteler, Balkan savaşlarında Osmanlı İmparatorluğu’na yardım kampanyalarına dönüşmüş, Türk dünyası arasında bir dayanışma oluşturulmaya çalışılmıştır” dedi. Doç. Dr. Oğuzhan Bilgin: "Türk dünyası, geçmişte olduğu gibi bugün de birlik ve dayanışma içerisinde olmalıdır"


Milli Mücadele döneminde Türk dünyası hakkında bilgiler veren Bilgin, “Türkistan ve Azerbaycan gibi Türk bölgeleri de Türkiye’nin milli mücadelesini desteklemiştir. Ancak bu desteklerde yaşanan karmaşalar ve dış müdahaleler, Türk dünyasındaki dayanışmayı zorlaştırmıştır. Azerbaycan’da içsel politik sorunlar ve Rus işgali, ülkenin istikrarını tehdit etmiştir. Ancak Azerbaycan, Türkiye’nin milli mücadelesini desteklemiş ve petrol yardımı gibi önemli katkılarda bulunmuştur. Bu süreçte, diplomatik ilişkiler ve uluslararası politika da büyük önem taşımıştır. Buhara Cumhuriyeti’nin Osmanlı Devleti tarafından tanınması, Türk dünyası içerisindeki diplomatik ilişkilerin bir yansımasıdır. Ancak Rusya’nın işgali ve dönemin karmaşası, Türk dünyasındaki diplomatik ilişkileri zorlaştırmıştır. Sonuç olarak, Türk dünyası tarih boyunca birçok zorlukla karşılaşmış, ancak bu zorlukları aşarak ayakta kalmıştır. Türk dünyası, geçmişte olduğu gibi bugün de birlik ve dayanışma içerisinde olmalıdır. Türk hakları ve hanlıkları, bu birlik ve dayanışma ile ayakta kalabilir ve geleceğe güvenle bakabilir. Türk dünyasının birbirine destek olması, tarihî bağları güçlendirecek ve gelecek nesillere güç verecektir” ifadelerine yer verdi.


İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi’nde düzenlenen ‘Milli Mücadele Dönemi Türk Diplomasisi’ sempozyumunda Doç. Dr. Nebi Miş, bir konuşma yaparak önemli değerlendirmelerde bulundu. Türkiye’nin tarihinde kritik bir dönem olan Milli Mücadele sürecinde Türk diplomasisinin nasıl şekillendiğine dair açıklamalarda bulunan Miş, ”Ankara toplanan Meclis’in milli mücadelenin yürütüldüğü bir dönemde sadece milli mücadeleyi değil, aynı zamanda, İstanbul hükümeti ile ilişkileri, kendi içinde yeni bir yönetim sisteminin oluşmasını, dış politika ve diplomasinin de yürütülmesinde çok önemli bir rol oynadı. Mecliste bulunan milletvekilleri, farklı dünya görüşlerine, farklı siyasi düşünceye sahip olan geçmişten gelmelerine rağmen Milli Mücadele başarıya ulaşıncaya kadar, bu siyasi düşünce farklılıklarını bir yana bırakarak Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu olarak bir araya geldiler. Kuşkusuz, zamanla Meclis içinde, özellikle yürütmedeki güç temerküzü, iktidarın kullanılma biçimi, milli iradenin meclise tam yansıyıp yansımadığı, kararanların alınmasında bilgilendirme eksikliği gibi konularda farklılıklar ortaya çıktı” dedi.


Doç. Dr. Miş, “Milli Mücadele döneminde, Birinci Meclis ve Meclisin bir unsuru olan hükümet, Milli Mücadelenin yürütülmesinde, kararların alınmasında, kendi aralarındaki görüş farklılıklarının çözülmesinde, İstanbul Hükümeti ile ilişkilerin düzeyinin ayarlanmasında; meşruiyeti önceleme, zamana göre hareket biçimi geliştirme ve konjonktürü doğru değerlendirme becerisini dikkatle göstermiştir ”dedi.


Miş, Meclisin Milli Mücadele dönemi Türk diplomasisini şekillendirdiğini belirtirken, üç önemli hususu özellikle vurguladı:


"Meclisin, İstanbul Hükümeti ile ilişkilerinde meşruiyeti önemsediğini ve bu konuda hassasiyet gösterdiğini belirtebilirim. Çünkü, meclis içindeki milletvekilleri açısından İstanbul hükümetinin geleceği açısından tam bir netlik özellikle saltanatın kaldırılmasına kadar oluşmamıştı. Dolayısıyla, görüşmelerde ve ortaya çıkan gelişmelerde ilişkinin tam koparılmaması önemsendi. Aynı zamanda Birinci Meclis içindeki özellikle Birinci Grup ve İkinci Grup arasındaki görüş farklılıklarının yönetilmesinde iç çekişmelerden kaçınma stratejisi izleyerek tartışmaları krize dönüştürmemeye özen gösterildi. Diplomasinin ve Milli mücadelenin yürütülmesinde ise, büyük güçler arasındaki rekabeti, paylaşım mücadelelerini, bölgenin şekillendirilmesindeki jeopolitik farklılıkları zaman ve konjonktür açısından doğru değerlendirme becerisi gösterdik."


Meclisin oluşum sürecinde de önemli değişiklikler yaşandığını ifade eden Miş, ”Bu değişiklikler meşruiyet açısından büyük öneme sahiptir. İstanbul Hükümeti’nin meşruiyetinin azalmasında ve yönetim pratiklerinin çıkmaza girmesinde Ankara’ya gelmiş olan meclis üyelerinin rolü kritikti. Bu dönemde meclisin çoğunluğunu eğitimli kadrolar oluşturdu ve bu kadro diplomasi açısından da önemli bir rol üstlendi" dedi.


Birinci Meclisin, İstanbul Hükümeti ile ilişkilerinde meşruiyeti, iç krizden kaçınmayı ve zamanı doğru değerlendirmeyi temel prensip olarak benimsediğini ifade eden Miş, ”Bu sayede Milli Mücadele sürecinde başarılı olduğunu ve Türkiye’nin diplomatik alandaki temellerini attı” diyerek konuşmasını tamamladı. Dr. Alihan Limoncuoğlu: “İtalya’ya verilen sözlerin tutulmaması büyük bir hoşnutsuzluğa yol açtı”


"Milli Mücadele Döneminde Türk Diplomasisi" sempozyumunda Türkiye’nin Milli Mücadele Dönemindeki uluslararası ilişkilerini vurgulayan Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Alihan Limoncuoğlu, "Birinci Dünya Savaşı sonrası, İtalya’ya verilen sözlerin tutulmaması ve Ege’nin kaybedilmesi gibi faktörler, İtalyanlar arasında büyük bir hoşnutsuzluğa yol açtı. İtalyanlar, o dönemde kendilerini büyük bir millet olarak gördükleri için, İzmir’in Yunanistan’a mı, İtalya’ya mı verileceği tartışmaları İtalya’nın müttefikleriyle ilişkilerinde sorunlara yol açmıştır” ifadelerine yer verdi.


Ayrıca, Türk-İtalyan ilişkilerinin geniş bir perspektiften ele alınması gerektiğine dikkat çeken Dr. Limoncuoğlu, "Türk-İtalyan ilişkileri, ideolojik farklılıklara rağmen Batı Anadolu’nun kontrolü ve stratejik mühimmat temini gibi önemli faktörlerle şekillenmiştir. İtalya’nın Türkiye’ye düşük fiyatlarla sattığı uçaklar, Milli Mücadele döneminde Türk ordusunun güçlenmesine katkı sağlamış ve savaşın sonuçlarını etkilemiştir" şeklinde konuştu.


Dr. Öğretim Üyesi Pelin Yantur’un moderatörlüğünde Bildiri özet sunumlarının yapıldığı sempozyumun üçüncü ve son oturumunda “Milletler Cemiyeti ve 1930’lu Yıllarda Üyeliği Gerçekleşen Devletlerin Siyasi Durumu” konulu bildiriyi Prof. Dr. Neşe Özden ve Prof. Dr. Serdar Sarısır; “Mustafa Kemal Atatürk’ün Millî Mücadele Döneminde Kurguladığı Bütünsel İletişim Stratejileri” konulu bildiriyi Dr. Öğr. Üyesi Nevriye Yıldırım; “Musul Sorununa Uluslararası Bakış: Macar Basını ve Akademisi Gözünden Kont Pal Teleki ve Musul Misyonu”konulu bildiriyi İbrahim Ersan Bengisu; “Birinci Büyük Millet Meclisi’nde Siyasal Sistem/Yönetim Tartışmaları” konulu bildiriyi Umut Dere; “Türk Basınında Cumhuriyetin İlanından Sonra Yapılan Siyasi Tartışmalar (29 Ekim 1923-3 Mart 1924)konulu bildiriyi ise Anıl Dincel yaptı.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
ÇOK OKUNANLAR
ARŞİV ARAMA
PUAN DURUMU TÜMÜ
GÜNÜN KARİKATÜRÜ TÜMÜ
Karikatürler