"Asrın felaketi" Millî Sosyal Medya Derneği (MİSMED) tarafından ilk kez Çalıştay konusu yapıldı.
DEPREMLER SONRASI MEDYATİK DEZENFORMASYON
İşte MİSMED Sosyal Medya Derneği tarafından yapılan “Deprem ve Medya Sosyolojisi: Dezenformasyonla Mücadele” Çalıştayı'nın sonuç bildirgesi;
Medyatik dezenformasyon, genelde çağdaş dünyanın, özelde Türkiye’nin karşılaştığı en ciddî problemlerden biridir. Ülkede yaşanan büyük afetler, medyatik dezenformasyonun tarzını ve derecesini gösteren turnusol kâğıdı olmaktadır. “Deprem ve Medya Sosyolojisi: Dezenformasyonla Mücadele” Çalıştayı, Millî Sosyal Medya Derneği (MİSMED) tarafından 4 Mart 2023 tarihinde İstanbul’da Şubat 2023 depremi özelinde Türkiye’de medyatik dezenformasyonun tarzını ve derecesini ve buna karşı sosyolojik ve yasal mücadelenin esaslarını ortaya koyma maksadıyla düzenlenmiştir.
Asrın felaketi Şubat 2023 depremleri, ülkemizi maddî olduğu kadar manevî bakımdan da derinden sarsmış, görülmemiş can kaybı ve ekonomik hasara yol açtığı gibi, toplumu psikolojik ve sosyolojik olarak derinden etkilemiştir.
Adeta bir savaş gibi ülkemizi derinden sarsan böyle emsalsiz bir felaket, savaş zamanında olduğu gibi ülkemizi devleti ve milleti, hükümeti ve toplumuyla yekvücut olarak topyekûn bir seferberlik şuuruyla depremin yaralarını sarma harekâtına sevk etmiştir.
TOPLUMSAL BİRLİKTELİĞİN TURNUSOL KÂĞIDI
Asrın felaketi Şubat 2023 depremleri, devletin toplum, üniversite, STK, diyanet, medya ile münasebetinin testi açısından turnusol kâğıdı olmuştur.
Asrın felaketi Şubat 2023 depremleri karşısında devletimizin bir seferberlik şuuruyla acilen harekete geçtiği, deprem felaketine tüm organları ve kurumlarıyla topyekûn müdahale ettiği müşahede edilmiştir.
“DEPREM SOSYOLOJISI” DİSİPLİNİNİN GELİŞTİRİLMESİ GEREKİYOR
Devletimiz, maddî bakımdan depremin yaralarını sarmak için elinden geleni yapar, deprem mağdurlarına el uzatırken, manevî bakımdan depremin yaralarını sarmak, kısa ve uzun vadede toplumu rehabilite etmek için ilgili tüm sosyal bilimcilerin katkılarıyla “deprem sosyolojisi” disiplininin geliştirilmesinin önemi vurgulanmıştır.
Afet sonrasında sivil toplum kuruluşlarının (STK) ilgili devlet kurumları ile koordineli olarak yürüttükleri faaliyetlerle büyük yararlılık göstermeleri, bilhassa bu tür büyük afet zamanlarında bir ülke için devlet-STK işbirliğinin önemini bir kez daha göstermiştir.
Yaşanan büyük deprem, “fay hatları, adalet” gibi kavramların maddî-coğrafî ve manevî-içtimaî boyutları arasındaki irtibatı gösteren bir turnusol kâğıdı olmuştur. Hira-Olimpos mücadelesi olarak bilinen derin tarihî kültürel fay hatlarının doğurduğu keskin mücadele, ülkemizin kaderidir. Toplumun karşıt kesimlerinin bir kısmı, ortak deprem acısıyla insanî değerlerde buluşurlarken, seküler geçinenlerin çoğunluğu, bu kadar büyük bir acı karşısında bile hükümete muhalefet adı altında milletimize ve değerlerine kin kusmaya devam etmişlerdir.
DEZENFORMASYONLA MÜCADELE İÇİN MİLLÎ BIR SEFERBERLİK İLAN EDİLMELİ
Dijital çağda formel ile sosyal medyanın içiçe geçmesi, “Hatay’da baraj patladı” gibi yalan haberlerin sosyal paniğe yol açmanın ötesinde kurtarma çalışmalarını sekteye uğratarak 7 kişinin ölümüne sebep olması, deprem gibi afetlerde ölümcül hale gelen dezenformasyonla mücadele için millî bir seferberlik ilan edilmesinin aciliyetini göstermektedir.
Deprem gibi afetlerde genelde formel medya, daha ciddî bir yayıncılık yaparken, denetimden uzak, başıboş, dezenformasyon, provokasyon ve ajitasyonlara açık kaotik yapısıyla sosyal medyanın bu ciddiyeti gölgelediğine dikkat çekilmiştir.
Bünyesinde Dezenformasyonla Mücadele Merkezi kurmuş olan Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın afet sürecinin başında dezenformasyona karşı telkinle yetinirken, bilahare çıkardığı bültenlerle daha etkin bir mücadeleye yöneldiği müşahede edilmiştir. Bu süreçte ana akım medya ve haber ajansları dezenformasyona karşı mücadelede etkin rol oynarlarken MİSMED başta olmak üzere sivil toplum kuruluşları da olabildiğince bu mücadeleye katkı vermiştir.
BİR KISIM MEDYA BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ “DİJİTAL FAŞİZME” DÖNÜŞTÜRDÜ
Hiçbir manevî değer ve ilke tanımayan medya, basın özgürlüğünü istismar ederek “dijital faşizme” dönüştürmüştür. Bütün ülkelerin kamu güvenliğine tehdit oluşturan dijital faşizm, ezelî iç ve dış tehditlerden dolayı Türkiye için daha büyük bir tehlike oluşturmaktadır.
İç tehditten kasıt, ezelî inanç mücadelesidir. Türkiye’de Almanca Kulturkampf denen, Cemil Meriç’in tabiriyle Hira evlatları ile Olimpos çocukları (Alparslan’ın torunları ile Diyojen’in torunları) arasında yürütülen ezelî din (kültür) mücadelesi, ulus devletleri çağında ideoloji mücadelesine dönüşmüş, 1990 sonrasında Soğuk Savaş devrine has radikal ideolojilerin bitişiyle birlikte ideoloji mücadelesi, aslına, inanç mücadelesine dönüşmüştür. Bu mücadele, dijital ve sosyal medyanın gelişimiyle adeta Hak-Batıl, Hilal-Haç savaşına dönüşmüştür.
JOSEPH GOEBBELS'İN “BÜYÜK YALAN” ÖĞRETİSİ
Dış tehditten kasıt, Batılı ülkelerin Türkiye üzerindeki bitmez emelleridir. Çağımızda nükleer savaşın caydırıcılığından dolayı konvansiyonel silahlı sıcak savaş, terör örgütleri vasıtasıyla yürütülen ılık savaşa ve medya ve nüfuz casuslarının (etki ajanı) dezenformasyon ve kara propagandasıyla yürütülen soğuk savaşa yerini bırakmıştır. Bu ılık ve soğuk, silahlı ve sözlü savaş, 1933-1945 yılları arasında Nazi Almanya’sının Propaganda Bakanlığını yapan Joseph Goebbels’in “büyük yalan” öğretisine dayanan Goebbels Medyası’nda birleşmiştir.
KAMU GÜVENLİĞİNE EN BÜYÜK TEHDİT
İçişleri Bakanımız Süleyman Soylu, Goebbels Medyası’nın başını çeken iki gazetenin terör örgütlerinin yayın organları gibi işlediklerini örneklerle göstermiştir. Demek ki karşıtlarını “yandaş medya”, kendisini “muhalif medya” diye tanıtan Goebbels Medyası, hükümeti hedef alan siyasî partilerin ötesinde devleti hedef alan terör örgütlerinin rolünü oynamakta, bu açıdan demokrasi ve hukuk devletine, kamu güvenliğine en büyük tehdidi oluşturmaktadır.
Depremin tesir derecesi, maddî bakımdan olduğu gibi manevî bakımdan da değişir. 7 büyüklüğünde bir depremin şiddeti 9 olabilir. Keza depremin kamu tarafından idrak tarzı da ihbar, enformasyon tarzına göre değişir. Bu açıdan medya, doğru ve yanlış idrak verebilecek iki ucu keskin kılıç gibidir. Medya, doğru ihbarla deprem gibi hadiselerin toplum tarafından sahih idrakini sağlayabileceği gibi, algı operasyonu ile çarpık idrakini de sağlayabilir, kamu düzenini tehdit eden kafa ve toplum karışıklığına, fitne ve fesada yol açabilir.
MEDYATİK DEZENFORMASYON, SİYASÎ MUHALEFET DEĞİL, VATANA HİYANET, ÜLKEYE SUİKASTTIR
Yurt dışından beslenen Goebbels Medyası, efendilerinin sinsi politik emelleri uğruna ülkenin deprem acısını bile istismar ederek dezenformasyonu siyasî muhalefet ve terör aracı olarak kullanmayı sürdürmüştür. Bu süreçte de maksadın üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek olduğu açıkça görülmüştür. Formel ve sosyal ayaklarıyla Goebbels Medyası’nın maksadı, depremzedelerin seslerinin duyurulması, yaralarının sarılması değil, sadece hükümetin ve devletin yıpratılmasıdır. “Bizim olmayan ülke batsın” zihniyetince yürütülen medyatik dezenformasyon, siyasî muhalefet değil, vatana hıyanet, ülkeye suikasttır.
Dolayısıyla günümüzde Batı ile Türkiye arasındaki mücadele, Goebbels Medyası üzerinden yürütülmektedir. Çalıştayda Türkiye’deki dezenformasyonun spontane olmanın ötesinde Batı destekli Goebbels Medyası’nın ürünü güdümlü ve sistematik olmasından dolayı medyaya ve kamuya yönelik formel ve enformel, kapsamlı ve köklü tedbirlerin alınması gerektiği vurgulanmıştır.
Ülkemizde dijital ve sosyal medya konusunda evrensel standartlar uyarınca formel ve enformel, kapsamlı ve köklü tedbirler alınmalıdır. Türkçede ikisinin yerine tek “özgürlük” kelimesinin kullanılması, “hürriyet” ile “serbestî” kelimeleri arasındaki kritik nüansın gözden kaçırılmasına sebep olmaktadır. Evrensel kabule göre serbestî getiren demokrasi araç, hürriyet getirecek hukuk devleti amaçtır; kamusal hürriyet, bir kesimin serbestîsine (basın özgürlüğü) feda edilemez. O yüzden hiçbir hukuk devletinde formel ve sosyal medya sahiplerinin basın özgürlüğünü istismar ederek “dijital faşizme” dönüştürmelerine izin verilemez.
Öncelikle devletimiz, doğrudan uluslararası sosyal medya sahibi şirketlerle temas kurarak şeffaflığı ve düzgün iletişimi arttıracak düzenlemeler yapmalarını, bu çerçevede isimsiz ve künyesiz hesapları ve haber hesaplarını isimli ve künyeli hale getirmelerini sağlamaya çalışmalıdır.
SOSYAL MEDYA PLATFORMLARI SORUMLU TUTULMALI
Dünyada birçok ülke, kanunlarına aykırı düşen içerik ve paylaşımların kaldırılmasından sosyal medya platformlarının sorumlu tutulduğu, aksi takdirde şirketlere ve sosyal medya kullanıcılarına cezaî yaptırımın öngörüldüğü yasalar çıkarmışlardır.
Türkiye’de dezenformasyonu önlemek için çıkarılan yasalara rağmen dezenformasyonun fütursuzca sürdürülmesi, çıkarılan yasaların sansürcülüğü bir tarafa, tam aksine zayıf kaldığını, bu yüzden bir taraftan yasal boşlukların doldurulması, diğer taraftan etkin uygulanması zaruretini gösterir.
Deprem gibi afetlerde artan tehlike karşısında dezenformasyonla mücadele için çıkarılan yasanın sansür yasası değil, bilakis dijital çağda formel ile sosyal medyanın tedahülüyle şiddetlenen dezenformasyon bombardımanına karşı doğru habere ulaşmayı sağlama yasası olduğu, bu yüzden yasanın etkin uygulanması ve başka düzenlemelerle desteklenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Medya sosyolojisi, afetlerle başa çıkmada topluma şuur kazandırılması açısından hayatî önem taşımaktadır. Afet sürecinde bilgisi ve şuuru kıt sosyal medya fenomenlerinin deprem bölgesinden gazeteci edasıyla yayınlar yapmasının bilgilendirmeden çok kaosa, faydadan çok zarara yol açtığı müşahede edilmiştir. Bunlar, “Hatay’da baraj patladı” yalanı gibi, maalesef arama-kurtarma çalışmalarını aksatarak can kayıplarına kadar varan vahim neticeler doğurmaktadır.
Kamuya yönelik olarak Batı’nın Goebbels Medyası vasıtasıyla yürüttüğü sistematik dezenformasyonun arkaplanı, dijital ve sosyal medya dünyasının karanlık yüzü ifşa edilerek halkta, bilhassa gençlikte “dijital medya okuryazarlığı”nı (digital media literacy) geliştirecek eğitime ağırlık verilmelidir.
DEZENFORMASYONA KARŞI TOPLUMU ŞUURLANDIRMAK KAMUSAL BİR VECİBE
Bilerek veya bilmeyerek yalan haberin yayılmasına aracılık etmek, ferdî bir kusurun ötesinde kamuya karşı bir suikasta dönüştüğü için, çalıştayımızın başında depremde vefat edenlerin ruhuna okunan Hucurat suresinde geçen “Eğer bir fasık size bir haber getirirse aslını araştırın…” âyetince (6), dezenformasyona karşı toplumu şuurlandırmak, kamusal bir vecibedir.