USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000
Kültür

Naşit Özcan, halası Adile Naşit'in hayatının film yapılmasını istiyor

Tiyatro, dizi ve sinema oyuncusu Naşit Özcan, "Eğer ben bugün tiyatrocu olmuş, birtakım ödüller almış ve Türkiye'de Naşit Özcan ve bir tiyatrocu olarak biraz tanınıyorsam, kendi çabamla, kendi tırnaklarımla olmuşumdur." dedi.

Naşit Özcan, halası Adile Naşit'in hayatının film yapılmasını istiyor
11-12-2021 16:37
Google News
İstanbul

Komik-i Şehir Naşit Bey'in torunu usta oyuncu Selim Naşit'in oğlu, Adile Naşit'in yeğeni Naşit Özcan, halası Adile Naşit'in yaşamının film yapılmasını istiyor.

Özcan,AA muhabirine açıklamada, tiyatro sahnesinde geçen 33 yılını, ödüllerle dolu yaşamını, ailesiyle anılarını , tiyatro, dizi ve sinema oyunculuğunun kendisi için önemini anlattı.

SORU: Merhaba Naşit Bey. Anadolu Ajansı röportajımıza hoş geldiniz.

Naşit Özcan: "Merhaba, siz de evime hoş geldiniz."

SORU: Öncelikle geçmiş olsun. Birkaç ay önce bir kalp ameliyatı geçirdiniz. Nasılsınız şimdi?

Naşit Özcan: "Gayet iyiyim. Mustafa Güden adlı bir profesör cerrah beni ameliyat etti. Allah razı olsun ondan. Çok güzel bir ameliyat geçirdim. Şu anda da gayet iyiyim."

SORU: Kalp sekteye uğruyor değil mi yıllar geçince?

Naşit Özcan: "Zaten çocukluğumdan kalmış bir şey olduğu için evet. 8 yaşında bademciğim iltihaplandı. Yüksek ateş 41 derece, yani koma. Onun iltihabı kalbime vurdu. Öyledir, ya kalbe vurur ya böbreklere. Benim de kalbime vurdu 8 yaşındayken 3 aya yakın hastanede yattım. Ondan sonra takibe alındı. 63 yaşına kadar ameliyat olmadan bunu getirebildim ama artık olmak zorundayım."

SORU: Çok kıymetli bir isim ve soyada sahipsiniz. Sultan Hamid'i bile güldüren, Türk tiyatrosunda tuluat ustası olmuş, komik-i Şehir unvanını almış sanatçı Naşit Özcan'ın torunlarındansınız. Selim Naşit Özcan'ın oğlu ve çok sevdiğimiz Adile Naşit'in de yeğenisiniz. Bu çok anlamlı ve aynı zamanda sorumluluğu ağır bir nesil devamlılığı gibi değil mi?

Naşit Özcan: "Evet. Herkesin bir soyadı var sonuçta ama önemli bir ailenin soyadını taşıyorsan, o ailenin yüzünü yere düşürmemen lazım. Hele bizim camiamızda, yani ailen tiyatrocuysa tanınmış insanlarsa ülkeye mal olmuşsa ve sen onların yolunda ilerliyorsan bu soyadına layık olmak zorundasın. Çok şükür Allah’ıma bunca zaman onların yüzünü hiç yere düşürmedim hatta övgülerini aldım. Dedemin adı, ‘Naşit Özcan’ olarak hayatımı devam ettiriyorum. Necip’i hiç kullanmadım. Yani aslında Adile Naşit, Selim Naşit ben de Necip Naşit’im. Ama ben dedemin ismiyle Naşit Özcan olarak gidiyorum. Onlar Naşit’i soyadı gibi almış."

Annem, tiyatrocu olmamı kesinlikle istemiyordu"

SORU: Muammer Karaca Tiyatrosu’nda, Muammer Karaca’nın eline doğmuşsunuz. Büyük dedeniz Naşit Özcan’ın babası onun baytar (Veteriner) olmasını isterken, o bildiği yolda ilerleyip tarihe bir iz bırakmış, Ancak aynı şeyi oğluna yani babanıza kendisi yapmış ve Selim Naşit’in hekim olmasını istemiş. Fakat o da yoluna oyunculukla devam edip tüm zorluklara rağmen ismini bugünlere kadar taşımıştı. Sizin için de babanızdan gelen böyle bir engelleme ve zorluk hikâyesi oldu mu başlangıçta?

Naşit Özcan: "Tabii ki oldu. ". Düşün, bir evin içinde oturuyoruz. Halamla ben, ölümünden önceki 2 sene beraber yaşadık. Evde mesela Atıf Yılmaz, Kartal Tibet olurdu yani Türkiye’nin çok önemli film yönetmenleri ama hiç bir zaman halam kalkıp 'Benim yeğenimi de oynatın.' demedi. Aslında babama bile demedi. Ama ben tiyatrocu oldum. Nejat Uygur’da oynadım. Rahmetli Nejat Uygur, ustamdır. Çok şey öğrendim ondan. Sonra Ali Poyrazoğlu’nda Şan Müzikali'nde oynadım. 1988'de de Şehir Tiyatrolarına girdim. Düne kadar da oradaydım. 33 yılım geçmiş. Bütün ömrüm orada geçti. Kocaman bir aileydik, acısıyla tatlısıyla."

SORU: Özel tiyatrolarda da yer aldınız ama Şehir Tiyatroları'ndan da hiç ayrılmadınız değil mi?

Naşit Özcan: "Hayır. Bir dönem Kerem Alışık beni istedi Boeing Boeing’e. Ben de tiyatrodan izin aldım. 'Kerem Alışık ve Çolpan (İlhan) abla'nın bir oyunları var, beni istiyorlar.' dedim. Bana izin verdiler. Ben o sene, ‘Uyuyor musun? Affedersin!’ diye iki kişilik bir oyun vardı onu oynuyordum. Çok iyi ayarlandı. Yaklaşık 1,5 sezon Sadri Alışık’ta Kerem’le birlikte o oyunda oynadım."

SORU: "Uçurtmanın Kuyruğu" ile "En İyi Erkek Oyuncu", "Meraklısı İçin Öyle Bir Hikaye/ Sait Faik" ile de "İsmail Dümbüllü" ödülleriniz var. En son “Tatlı Kaçık” ve “Ay, Carmela!” oyunlarını yönettiniz. Tiyatro var mı şu sıralar hazırlıkta? Şehir Tiyatrolarına devam ediyor musunuz?

Naşit Özcan: "Bir önceki sene de Haldun Taner'in 'Ay ışığında Şamata’ adlı oyununu yönettim. O da 5 seneye yakındır oynuyordu. Bu sene kaldırıldı. Özel tiyatrolarda bir kaç tane iş vardı yöneteceğim. Ama pandemiden dolayı maalesef. Zaten bizim tiyatromuz bile 1,5 senedir kapalıydı, yeni açıldı. Pandemiden dolayı oyunlar iptal oluyordu, arkadaşlar Kovid 19'a yakalanıyor. Her şey çok tehlikeli, dolayısıyla bu sene tiyatro yapmak biraz zordu. Ama seneye mutlaka Şehir Tiyatrolarında olacağım diye düşünüyorum."

SORU: Adile Naşit; çok büyük bir acı tabii, oğlunu, kuzeniniz Ahmet Keskiner’i 15 yaşındayken kaybetti. Siz o zamanlar kaç yaşındaydınız?

Naşit Özcan: "Ahmet benden 6 yaş falan büyüktü galiba. Ben 8-9 yaşındaydım."

SORU: Ama beraber bir dönem geçirdiniz kuzeninizle değil mi?

Naşit Özcan: "Tabii ama Ahmet ağabeyim bir zaman sonra hareket edemez oldu. Onun 4 kapağı birden çürüktü. Şimdiki teknoloji yoktu, olsaydı yaşardı. Amerika’ya götüreceklerdi ameliyat olması için. Doktorları dedi ki, biz yaparız burada. Masada kaldı. Benim oğlum oldu, onun adını Ahmet koydum. Halama oğlunun adını hediye ettim. Şimdi bir de torunum var, onun ismi de Demir."

SORU: Kaç yaşında oğlunuz?

Naşit Özcan: "Oğlum 1985 doğumlu. 37 yaşına girdi. Biz arkadaş gibiyiz. Demir de 2 yaşına geldi. Onun ismi Demir Naşit. Oğlum da Ahmet Naşit."

SORU: Allah bağışlasın. Oyunculuk ve sanatla ilgili mi oğlunuz?

Naşit Özcan: "Oğlum yazılımcı, jeolojiyi bitirdi. Ama program yazıyor. Demir ne yapar? Oyuncu olur mu olmaz mı bilmiyorum. Ama çok istiyorum oyuncu olmasını. En azından benden sonra Naşit isminin yine tiyatroda yürümesini çok istiyorum."

SORU: Peki halanıza yakınlığınız nasıldı? Sizi yetenekli bulur muydu Adile Naşit? Onunla setlere gider miydiniz? Ertem Eğilmezler, Atıf Yılmazlar hep evindeydi, dediniz. Bir dönem Münir Özkul, Tarık Akan, Gülşen Bubikoğlu, Kemal Sunal ile rol aldığı o sıcacık aile filmleriyle bizim gönlümüze taht kurdu. O film setlerine onunla birlikte gider miydiniz?

Naşit Özcan: "Birkaç kere gittim. Halam pek götürmek istemezdi. 'Yeğenimi getirdim. Onu da tanıyın. Bir şey olursa onu da alalım oynatalım.' gibi bir dedikodu, laf olmasın diye pek götürmezdi. Ben de pek ısrar etmezdim ama bir kaç defa gittim gördüm."

SORU: Anladığım kadarıyla torpil olayından imtina ediyordu?

Naşit Özcan: "Özellikle. Çok da doğru yapıyordu. Eğer ben bugün tiyatrocu olmuş, birtakım ödüller almış ve Türkiye'de Naşit Özcan ve bir tiyatrocu olarak biraz tanınıyorsam, kendi çabamla, kendi tırnaklarımla olmuşumdur. O yüzden de bu konuda gururla yürürüm. Yani kimsenin bana bir torpili olmadı, asla."

SORU: Sizi sahnede izleme olanağı buldular mı?

Naşit Özcan: "Ben halamla yan yana oynadım, İzmir'de. Halamın son senesiydi. ‘Gökkuşağı Altında 77' müzikaliydi."

"Adile Naşit ölene kadar sahneyi bırakmadı"

SORU: Şan Tiyatrosu dönemi miydi?

Naşit Özcan: "Şan dönemi, bravo. 1986-1987 dönemiydi. İşte o yıl halam vefat etti. Halamla oynadığım bir sahnemiz de vardı. Hatta halama bir gün, 'Hala tuluat yapabilir miyim seninle sahnedeyken?' dedim. Şöyle döndü baktı, 'Allah Allah! Tuluat mı yapacaksın bana?' dedi. 'Evet' dedim. 'Hadi bakalım, çıkınca yapalım.' dedi. Çıktık. Bizim sahnemiz 1-1,5 dakika sürüyor. 5 dakika uzadı. Alkış kıyamet geliyor bana. Halamın gözleri büyüdü, gururlandı, gözlerinden okuyorum gururlandığını. 'Hadi artık yeter, gir içeri sen.' dedi bana. Ama 5 dakika boyunca karşılıklı oynadık, alkışlar aldım. Halam sonra dışarıda bana, 'Aferin Naşit çok iyisin.' dedi. O kadar. Fazla şey yapmazdı. İlk ve son oldu zaten.

Ondan sonra kış döneminde, 1987 yılı 11 Aralık günü Alman Hastanesi'nde hayatını kaybetti. Kanser olmuş, korkunç ağrıları olup da, karnını tutarak, antre dediğimiz o sahneye çıkış noktasına geldiği zaman, sahneye çıkma anını gördüğümde, 'Bu nasıl bir yürektir? Bu nasıl bir histir?' dedim. O ağrılar o sancılar gidiyor, bitiyor, kadın çıkıyor, 5 bin kişiyi güldürüyor, kendi eğleniyor. İçeri giriyor, başlıyor ağlamaya, karnını tutuyor, acıları var çünkü. Çok saygı duyulacak bir şey. Gerekli miydi? Tartışılır. Ama halam ölene kadar bırakmadı. 10 Aralık günü ben Beyoğlu’nda bir yerde dublaj yapıyordum gece. Neresi olduğunu hatırlamıyorum. Telefon geldi dublaj salonuna, nereden buldular, bilmiyorum. Bir hemşire ‘Naşit Özcan siz misiniz?’ dedi. 'Benim' dedim. 'Alman Hastanesi'nde halanız. Durumu ağırlaştı, bir gelin.' dedi. Hemen fırladım gittim hastaneye. Gece 22.30- 23.00 falan. Halam yan dönmüş, yatıyor. Gözlerini şöyle bir araladı, saçlarını okşadım. Öptüm onu. Bana baktı. Beni tanıdı mı, tanımadı mı bilmiyorum. Sonra sabah çıktım, vefat etti."

SORU: Bu bir veda buluşması olmuş?

Naşit Özcan: "Evet ya veda. Çocuk gibi kalmıştı. Yani, biz masaya, yemeğe 20 kişi falan otururduk sevgili Dilek. Hiç kimse yok şimdi. Yani ben de gideceğim de. Hepsi gitti, hiç kimse kalmadı. Bir karım var. O da benim hayatım zaten. Kedilerimiz var. Bir torunum var. Ama bayramlaşmaya gideceğim bir büyüğüm yok. Elif'in ailesi var tabii. Annesini, babasını çok seviyorum. Kendi ailemden hiç kimse kalmadı. Hepsi tarih oldu."

SORU: Dedeniz Osmanlı soyundan geliyor. Büyük anneniz ve anneniz de Rum bildiğim kadarıyla değil mi? Hangi kültürü daha çok hissederek büyüdünüz? Mesela, bayramlaşma dediniz. Nasıl bir çocukluk geçirdiniz? Babanızla büyüklerinizle ilişkileriniz nasıldı? Biraz bahsedebilir misiniz?

Naşit Özcan: "1960 yılında mübadele oldu. İsmet İnönü dönemiydi galiba. Anneannemin 7 çocuğu vardı. Biri benim annemdi. 2 dayım, 4 teyzem var. Bir teyzem Afrika'da lejyondu, askerdi. Biri Kıbrıs'a gitti, Rum kesimine yerleşti. 2 dayımı ajan diye bu ülkeden sürdüler. Okuma yazması olmayan ajan. Biri musluk tamircisi, biri badanacı, boya yapıyor. Onlar Türkiye'de, İstanbul’da doğmuş büyümüşler. Toprağı burası artık. Anneannem Bulgar göçmeni, dedem Selanik göçmeni Rum, onları sürüyorlar. Annem bir Türk’le, Selim ile evli olduğu için kalıyor. Bir teyzem gene bir Türk’le evli olduğu için kalıyor. Diğerlerinin hepsi gidiyor. Bir teyzem İngiltere’ye yerleşiyor ve bir İngiliz’le evleniyor. Ben evde İngilizce ve Rumca konuşuyorum. Türkçe hiç yok, çok az Türkçe konuşuyorum. Babam bir gün çok sinirlendi haklı olarak 5 yaşında falanım herhalde. ‘Bundan sonra bu evde ne İngilizce ne Rumca konuşulmayacak. Türkçe konuşulacak. Bu adam okula başlayacak, Türkçeyi doğru düzgün konuşmayı bilmiyor.' dedi. Haklıydı da. Ondan sonra bir daha hiç konuşmadım. Rumcayı unutmadım. İngilizceyi unuttum. Aslında dile karşı çok yeteneğim var, çok da seviyordum ama Türkçemi doğru bir hale getirmem gerekiyordu. Getirdim de zaten. Getirmeseydim yoksa tiyatrocu olamazdım.

Bu arada beni sinirlendiren olaylar oldu Türkiye’de. O gazetecinin adını vermek istemiyorum ama Adile Naşit'e ‘Ermeni’ diyebilecek kadar ne var? Ermeni veya Rum olması bir problem değil ama ‘Bizim sevdiğimiz şirin Ermenilerimiz’ diye bir yazı yazdı. Bu adamın babası Osmanlı, annesi Rum. Onun annesi Ermeni evet ama Adile Türk, Müslüman. Sen nasıl buna Ermeni diyebiliyorsun? Aman yanlış anlaşılmasın! Ermenilere karşı falan değilim. Canım ben de yarı Rumum sonuçta. Bu bir şey değil ama gazete böyle yazılar yazmamalı. Mahkemeye verecektim o kişiyi. Utanmıyorlar. Araştırmacı gazeteci olarak, bir bak bunun aile kütüğüne, niye sen buna böyle diyorsun?

Dolayısıyla çocukluğum güzel geçti. Çukurcuma'da, Ağa Hamam’da doğdum ben. Cihangirliyim yani. 8- 9 yaşında Beyoğlu'na çıkarken takım elbise giydirir, papyon takarlardı bana. Öyle çıkardım Yeşilçam sokağından Beyoğlu’na. Herkes öyleydi Beyoğlu'nda. Kadınlar çok şık giyimli, erkekler fötr şapkalı, takım elbiseli. Öyle bir Beyoğlu'nda doğdum, büyüdüm."

SORU: Siz aslında çok fazla tiyatro oyunu izliyorsunuz. Kendi oyunlarınızın dışında arkadaşlarınızın oyunlarına ve diğer tiyatrolara hep gidersiniz. Tiyatroda da prodüksiyonlar çok değerli ve çok önemlidir. AKM'nin prodüksiyonlarını izlediniz mi? İzlemeyi düşünüyor musunuz?

Naşit Özcan: "AKM’nin yeni yapılanını gidip görmedim. Açılışına da gitmedim. Nasıl olduğunu bilmiyorum. Ben AKM’nin iki halini gördüm. Bu 3. hali. Birinci hali yanmadan önceki haliydi. 13- 14 yaşlarında falandım. AKM’ye bilet almıştım. Galiba ‘Cadı Kazanı'nı izlemeye gittim. Muhteşem bir salon, yerde ipek halılar, avizeler antika, koltuklar uçak koltuğu gibi. Hatta kıpkırmızı olmuştum, içeri gittim en üst taraflardan bir yerde oturdum. Oyunu seyrettim, çok heyecanlandım. Tüm vücudum titriyordu. Aradan bir zaman geçti ‘Midasın Kulakları’ operetine, operaya biletlerimi almıştım işte bir hafta önceden. Çıktım evden Taksim’e geldim, yüzüme bir sıcaklık, bir alaz vurdu. Kafamı kaldırdım baktım, karşıda AKM’nin demirleri eriyordu. Çok acı değil mi? Alev, alev. Elimde biletle kaldım böyle, o dönem cep telefonları falan olmadığı için fotoğraflama imkanı yoktu. Ağladığımı hatırlıyorum, döndüm. Sonra yeniden yapıldı. Aynı güzellikte değildi. Çünkü içeride çok fazla antika eşya yandı. Yani muhteşem, büyük paralara alamayacağınız antikalar vardı. Halıları koltukları, resimleriyle bir müze gibiydi. İkinci hali pek öyle değildi. Son halini bilmiyorum. İnşallah yakında gideceğim, oyun seyredeceğim."

"AKM'ye gidenler muhteşem bir yapı olduğunu söylüyor"

SORU: Belki de o dediğiniz zamanlardaki gibi bir sanat merkezi haline tekrar gelecektir, Kültür yolu projesiyle birlikte Beyoğlu, değil mi?

Naşit Özcan: "Seyredenler yani oraya gidenler muhteşem bir yapı olduğunu söylüyor. Çok iyi, gerçekten Türkiye'ye ve İstanbul’a yakışacak bir yapı yapıldığını söylüyorlar. İnsan tabii gururlanıyor bunu duyunca."

SORU: Uzun yıllar TRT'de seslendirme yaptınız.

Naşit Özcan: "Hatta sunuculuk da yaptım."

SORU: Evet, ‘Okudukça’ programı, onu da soracağım. Çok fazla çizgi film seslendirmesi de yaptınız. Kayıp Balık Nemo’da Marlin, Winnie the Pooh’ta tavşan ve daha birçok çizgi film karakterine sesinizi verdiniz. Çizgi filmleri seviyor olmalısınız?

Naşit Özcan: "Bravo, çok seviyorum çizgi filmleri. Hatta Buz Ekspresi'nde Tom Hanks'in karakterini konuştum. Ben Tom Hanks’e benzermişim. 'Sen ne kadar Tom Hanks’e benziyorsun.' derlerdi. 'Ah öyle olsam da para kazansam.' diyordum. Çizgi film karakterleri, herhalde o çocuk ruhum içimde hala saklı olduğu için, çocukça ve çok güzel, çok temiz geliyor. O yüzden de çok seviyorum. Bu aralar pek gitmiyorum, gidemiyorum. Aslında dublajı da bıraktım, yapmıyorum. Çok yoruldum, sıkıldım. Heyecanlanıyorum. Heyecanlanınca dilim sürçüyor, dilim sürçünce kendime kızıyorum. Kendime kızınca işi yapmak istemiyorum falan filan. Böyle bir sürü şey ama yıllarca yaptım."

SORU: TRT'deki "Okudukça" edebiyat programı çok keyifliydi bence. Edebiyat deyince Sait Faik, tabii canlandırdığınız ödül de aldığınız "Meraklısı için Öyle Bir Hikaye" de aklıma geliyor. Savaş Dinçel'in uyarlaması, Burgazada'dan yola çıkarak İstanbul’u ve hikayelerini anlatıyordu. Siz de devam ettiniz daha sonraki 8 yıl boyunca değil mi?

Naşit Özcan: "Rahmetli Savaş Dinçel’in uyarlaması, evet 8 yıl boyunca. Kaldırılmasaydı herhalde ölene kadar Sait Faik’i oynarmışım gibi geliyordu bana."

SORU: Edebiyatın sanattaki yerini sormak istiyorum? Çok önemli sanırım sanat için edebiyat?

Naşit Özcan: "Ben bir doktor, bir profesör, bir alim değilim. Ben bir oyuncu ve yorumcuyum. Edebiyat olmasa sanat olmazdı. Mutlaka edebiyat olmalı, mutlaka bir yazar çıkmalı ve insanları insanlara anlatmalı. Bu da edebiyattan, iyi bir yazım türünden geçiyor. Dünyada yetişmiş birçok isim var bu konuda. Dolayısıyla edebiyat olmadan ne tiyatro, ne sinema, ne bale, ne müzikal olur. Hiç bir şey olmaz. Tabii ben bunu teorik olarak açıklayamayabilirim. Benim böyle bir bilgim yok ama edebiyatın kendimce ne olduğunu gayet iyi biliyorum."

SORU: Sait Faik’in sizin için çok önemli bir yeri var ama onun dışında hangi edebiyatçıları sevip, okursunuz geçmişten bugüne?

Naşit Özcan: "O kadar çok okudum ki. Tabii daha çok yabancı yazarları, hikayelerini okurdum. Tanışmaya başladıkça Orhan Veli, Sait Faik, ondan sonra TRT'de Ömer Seyfettin’in hayatını oynadım. Genelde edebiyatçılardan Orhan Pamuk, Aziz Nesin’i çok severim. Şu anda aklıma gelmiyor ama çok var. Eskiden tabii televizyon, cep telefonu ve internet olmadığı için, inan sevgili Dilek, gece saat 2.00’de kitabım bittiğinde, Esentepe’de oturuyorduk o tarihlerde, camdan atlayıp taksiye biner ve Beyoğlu’na giderdim. Beyoğlu’nda yerde kitapçılar olurdu gece vakti. Oradan kitap alır, eve dönerdim. O camdan tekrar eve girerdim. Kimsenin haberi olmazdı. Öyle kitap okurdum. Çok okurdum çok. Şimdi elime kitabı alıyorum, sayfayı böyle okurken o sırada başka bir şey düşünüyorum. Ne okuduğumu anlamıyorum. Geriye dönüyorum zaten bırakıyorum. Okumuyorum, daha çok seyrediyorum. Evet, belgesel seyrediyorum, film izliyorum, tiyatroda oyun seyrediyorum. Belki bu bir tembellik ama mesela belgeselleri çok seviyorum görsel olarak. Biraz da ben fantastik bir adamım, bilim kurgu falan çok sevdiğim için. Mesela evrenin işleyişini her seferinde seyrediyorum. Evrenin oluşması nasıl olmuş onu dinlemekten keyif alıyorum. Kendimi öyle uzayda seyahat ettiğimi düşünebiliyorum, fantezilerim var. Çok seviyorum ama okumaktan uzaktayım şu ara. Aslında kendime kızıyorum ama okuyamıyorum yani kafam almıyor."

SORU: Kimin sözü şu an hatırlayamadım ama insanın hayatının yarısı okumakla, bilgi edinmekle diğer yarısı da yaşamakla geçiyor, diyor. Sanırım sizin de hayatınız birazcık böyle?

Naşit Özcan: "Benim hayatımın yarısından fazlası tiyatronun içinde oyun seyretmek ve oyun oynayarak geçti. Dünyanın en mutlu adamıyım. Ya ben 9 yaşlarında falan böyle kız arkadaşımı da tiyatroya götürüyordum. Sahneye seksek çizip, seksek oynuyorduk sahnenin üzerinde. Muammer Karaca'da doğmuşum, eline verilmişim. İstanbul Tiyatrosu-Toto Karaca, Cem Karaca'nın omuzlarına çıkıp İzmir Fuarı'nda Go-Kartlara binerdim. Cem Karaca, Ali Sururi, Muzaffer Hepgüler, İlhan Daner'den sonra Gazanfer Özcan-Gönül Ülkü’ye geçti babam. Ben onların elinde büyüdüm. Sonra Ali Poyrazoğlu sonra Zeki ile Metin, Devekuşu Kabare, en sonunda Şehir Tiyatrolu oldum. Arada Nokta ile Virgül’le oynadım. Nevzat Açıkgöz ağabeyin yanında uzun süre oynadım."

SORU: Yani bir çocuk için rengarenk bir dünya ve çok değerli isimler hepsi, değil mi?

Naşit Özcan: "Çok değerli isimler. Herkes benim kadar şanslı değildi. Evet, belki birkaç tane var ama ben o en şanslı çocuklardan biriydim. Yani düşünebiliyor musunuz? Ben her gün bir oyun seyrediyorum. Mesela bir yılda 200 oyun oynamış, ben 200 oyunu seyrediyorum. Hiçbir gün atlamıyordum. Sonra oyunun 2. ya da 3. günü Gazanfer Özcan Tiyatrosunda iken, Gazanfer Bey beni çağırıp, 'Söyle bakalım hangi sahneleri beğendin, hangilerini beğenmedin?' diye sorardı. 'Bunlar çok güzel sahne, bunlara hiç gülmedim vallahi. Bir tuhaf.' derdim. Sahneden kaldırırdı. Eleştirmeniyim yani. Düşünebiliyor musunuz? Artık kanımda tiyatro replikleri, tiyatro ışıkları, içimde tiyatro geziyor."

SORU: Eleştirmenlik veya dramaturg işini ve yazarlık yapmayı hiç düşünmediniz herhalde?

Naşit Özcan: "Yok düşünmedim. Ben sadece oyuncuyum, Oyun oynamayı çok seviyorum. Çocukluğumdan kalma, 'Uçurtmanın Kuyruğu’nda şöyle bir cümle vardı; Hangi yaşa gelirsen gel içindeki çocuğu mutlaka sakla. Bir gün sana yardımcı olur."

SORU: Fransız-Türk ortak yapımı "Avrenos'un Müşterileri", "Dışarıda 3", "Cinayet-i Aşk", "Sevdam Gözlerinde Kaldı", "Şenlikname: Bir İstanbul Masalı" gibi sinema filmleriniz de var. Oyuncu olarak daha çok tiyatro sahnelerinde yer almak bilinçli bir seçim miydi?

Naşit Özcan: "Teklifler o kadar gelebildi. Bu işler biraz da şans işi yani öyle oyuncular var ki, oyuncu demeye bin şahit gerek ama devamlı ya sinema filmi ya da dizi çekiyor. Benim o kadar şansım olmadı ki sinemayı ben çok seviyorum. Yani dizi oyunculuğu olsun, film olsun çok seviyorum. Başka bir dünya o. Mesela ben oyun yönetirken bile iyi temposuz oyunu hiç sevmiyorum. Onu da film parçası gibi düşlüyorum. Yani filmden montajlayıp yapmak gibi yani temposu olması lazım. Genellikle de oyunları kendi kafama göre sinema tadında sahneye koymaya çalışıyorum. O yüzden televizyonu ve sinemayı çok seviyorum tabii. Ama hangisi dersen, tiyatro tabii."

"Okudukça programı çok önemli bir anı olarak kaldı"

SORU: Bu arada dizileriniz de oldu. En son "Dünya Hali"nde absürd bir karakter canlandırdınız. "Mucize Doktor", "İsimsizler", "Filinta", "Kurtlar Vadisi Pusu", "Şaban Askerde" gibi dizileriniz de oldu. Yeni bir dizi projesi olacak mı bundan sonra?

Naşit Özcan: "Son dizi bitti. Şu anda menajerimden herhangi bir teklif gelmedi. Diziyi çekerken Ay Yapım'dan bir teklif gelmişti ama ben dizideydim. Tabii olmadı. Bekliyorum. Herhalde gelir. Gelirse gider oynarım tabii.

Bu ara da şeyi atladık Dilek. Benim en çok sevdiğim ve hayatımda çok önemli bir anı olarak kalan ‘Okudukça’ programını sunmak."

SORU: Evet ondan bahsedelim.

Naşit Özcan: "Yıllar önce ben TRT'ye geliyor, dublaj yapıyordum. TRT giriş kartım bile var yani. Gerçi TRT pek dizilerine almasa da bizi."

SORU: Ama olsun yıllarca TRT’ye program ve seslendirme yaptınız.

Naşit Özcan: "Yıllarımı verdim TRT’ye. Yani elemanıydım. Bir gün bana bir haber geldi. Dediler ki, 'Okudukça' diye bir edebiyat programı olacak, elemeler var, girsene. Yapamam ya, heyecanlanırım, dedim."

SORU: Audition gibi mi?

Naşit Özcan: "Audition tabii. Baba sesler gelmiş. Ben de ispinoz balığı gibi aradayım. Ben de girdim elemeye. Yaptım, ettim. Rejiden tebessümler falan görüyorum. Esprili falan konuşuyorum herhalde, ne yapıyorsam? Bayağı da insan katılmış. Sonra aradan 15 gün geçti 'Naşit bey gelin.' dediler. Tekrar gittim. 3-5 kişi mi ne kalmış. Bir daha elemeye girdik, çıktık. Kimse bir şey söylemedi. Neyse evime gittim. 15- 20 gün sonra çağırdılar beni. 'Naşit bey ihale size kaldı.' dediler. Nasıl yani? dedim. 'Programı siz sunacaksınız.' dediler. Benim elim, ayağım kesildi. Nasıl heyecanlandım, öyle böyle değil. Acayip heyecanlandım. Valla 4 tane spiker değişti yanımda. Ben 1,5 seneye yakın yaptım ama çok zorlanmaya başladım. Cumhuriyet gazetesinden biri yazıyordu metinleri, konuları. Türkçeyi çok zor, devrik cümlelerle kullanıyordu. Bayağı zor, hatta o yüzden spikerler bile istemedi yapmayı. Ama ben onu yaparken çok mutlu oldum. Övgüler geldi. Program 25 dakika idi. Neden bu kadar kısa? dedik. 35 dakikaya çıktı program. Hatta düne kadar Okudukça programı devam ediyordu. O zamanki halimle her şeye karışan kişi olarak dedim ki, 'Bunu bir masaya dirseğimizi koyup arkada fonla yapmasak. 'Ne yapacağız?' dediler. Bir evin büyük bir kütüphanesi olsun, orada oturayım, çayımı içeyim, kitabımı alayım dedim. Son zamanlarda öyleydi. O zamanlar değişikliğe daha hazır değildi TRT. O klasik yapılarını sürdürmek istediler. Ama vallahi 25 senedir program devam etti. Kalaydım oradan emekli olurdum. Ama zordu. Zor ama en severek yaptığım işlerden. Ben çok mutluyum. İyi ki yapmışım TRT'de böyle bir şey."

SORU: Belki başka projeler olur, neden olmasın?

Naşit Özcan: "Yani, dizi olsun da oynayalım inşallah."

SORU: Oyuncu olarak nasıl roller üstlenmekten hoşlanıyorsunuz? Oyuncular hep söyler, oynamak istediğim karakter, ortaya çıkartmak istediğim karakter şu diye. Sizin de var mı?

Naşit Özcan: "Evet var. Bizler her türlü rolü severek oynarız. Mutlaka rolü oynarken de o rolden bir şey buluruz kendimizde. Onunla özdeşleşiriz. Evet empati kurar, o olmaya çalışırız ve zamanla da o oluruz. Ama ben mesela komedi oyuncusuyum, çok seviyorum komediyi. Ama genelde mafya liderleri, o tip şeyler oynadım. Burada, ufacık da olsa Dünya Hali'nden çok mutluydum, komedi oynadım. Ama bir rol var, onu oynamak çok isterdim."

SORU: Nedir?

Naşit Özcan: "Şizofren birini."

SORU: Orada da bin tane karakter ortaya çıkar herhalde?

Naşit Özcan: "Tabii. Yani çok zorlayıcı bir şey olacak. Çok farklı. Gerekirse ders alır, tekrar eğitimin içine girerim. Ama öyle bir rolü oynamak isterim. Tek isteğim o. Bir şizofren."

"Türkiye'de dünya çapında oyuncular var"

SORU: Yönetmenlik yaptığınız oyunlardaki gençleri nasıl buluyorsunuz ve onların oyunculuk yolculuklarını?

Naşit Özcan: "Vallahi çoğu zehir gibi. Ben Türkiye'de dünya çapında oyuncular olduğunu düşünüyorum. Gençlerimizden de, bizim yaşlarımızdan da olsun, gerçekten çok yetenekli oyuncular olduğunu düşünüyorum. Netflix’te ‘Kulüp’ diye bir dizi var. Muhteşem, izlemenizi isterim. Yani parayı verince, düzgün yazılınca, inanılmaz güzel bir iş çıkıyor. İnanılmaz iyi oyuncular, pırıl pırıl. Yani bayıldım. Evet, bizim ülkemizde çok iyi oyuncular var. Hele gençlerde zehir gibi oyuncular var. Yani ben oyun yönetirken de genelde elimi taşın altına sokmayı çok sever, herkesin yapamadığı şeyi yaparım. Yani ben 'Dilek gel, seni oynatacağım.' derim. Çok zor bir rol veririm ve oynatırım yani.'

SORU: Yönetmenlik bir oyuncuyu oynatma anlamında teknik iş aslında değil mi?

Naşit Özcan: "Evet, oyuncu koçluğudur aslında. Ben oyuncu koçuyum. Duyguları ayırabilen bir adamım. Dolayısıyla da yönetmenlikte, oyuncuyu yönlendirmektir önemli olan. Futbolda, teknik direktör bunu düşünüyor: 'Sen şurada duracak, şu adamı tutacaksın. Bu adamın saatteki sürati 120 kilometre. Senin süratin de 120 kilometre. Demek ki sen bu adamı engelleyebilirsin.’ Evet, bunu düşününce, gerçekten sen o adamın oyununu bozabiliyorsun. Tiyatroda, yönetmen duyguları oyuncuya doğru anlattığında, ‘Bak bu sahne böyledir. Şu duyguya girerek oynamalısın.' dediğin zaman, doğru yönlendirdiğinde, oyuncu da onu doğru verdiğinde sen keyiften ölüyorsun. Çünkü ben bütün oyuncuları oynamış oluyorum."

SORU: Ailenizden size soyadı, oyunculuk ve eğitim dışında miras kalan nedir?

Naşit Özcan: "Güzel bir soru. Çok kıymetli bir şey kaldı. Anılar. O kadar."

SORU: Peki dedeniz Naşit Özcan'dan miras kalan tuluat tiyatrosu için eser çıkartmak, mesela Tarık Buğra'nın onun için yazdığı "İbiş'in Rüyası" eserlerini günümüze uyarlamak ve sahnelemek ister miydiniz? Böyle bir projeniz olabilir mi?

Naşit Özcan: "Yok ama şöyle bir şey var. Bizim Şehir Tiyatrolarında Erkan diye genç bir kardeşim var. Şehir Tiyatrolarında 4 sene 'Naşit Bey' oynadı. Erkan kardeşim de dedemle ilgili benim, belki babam sağ olsa babamın bile bilmeyeceği veriler topladı ve onu belgesel yapacak. Ben izin verdim, ben böyle dökümler görmedim. Hatta onu bir yapımcı bulursak TRT'ye sunacağız. Evet, inanılmaz güzel bir araştırma yapmış."

SORU: Yazılı, görsel belgeler mi yoksa video arşivi mi?

Naşit Özcan: "Video yok ama mesela dedemin plağını bulmuş dedemin sesinden. Büyük ihtimal de diyor TRT'nin arşivinde dedemin filmleri yanmamış olan filmlerinden parçalar olduğunu biliyor. Dolayısıyla TRT’de var ve çok önemli bir belgesel yapmayı düşünüyor dedemle ilgili. Bir dökümler getirdi, ben okudum, şaşırdım. Öyle mi olmuş diye baktım ben de. Yani tamamını bitiremedim bayağı uzun. Dedemi korkunç araştırmış sağ olsun. Çok güzel, pırıl pırıl bir beyin. Gencecik bir adam, işte dedemi ortaya çıkartıyor."

SORU: Harika

Naşit Özcan: "Hatta yıllar önce bu Naşit oyunu varken, Gökhan Eraslan beni İzmir’den aradı. 'Naşit beyle görüşmek istiyorum.' dedi. 'Buyurun benim.' dedim. ‘Merhaba ben Gökhan Eraslan, Dokuz Eylül Üniversitesi yazarlık bölümü mezunuyum. Ben sizin haddim olmayarak dedenizle ilgili bir oyun yazdım. Size göndereyim okur musunuz?’ dedi. 'Olur, gönder evladım, okurum.' dedim. Bir okudum, ağladım, gözlerim doldu. Allah’ım dedim bu ne? Ondan sonra ben aradım onu. Ben bunu Şehir Tiyatrolarına vereceğim. Ben yönetmem de oynamam da çünkü yapamam yani dokunur bana. Yönetmedim ama oynadım. Rahmetli oldu, Ayberk Atilla oyunda oynayacaktı. Ben gittim, oyunun çıkmasına 2-3 gün kalmıştı. Onun rolüne hazırlandım. Çıktım sahneye. Sonra bir kızcağız halamın hayatını yazmış tiyatro oyunu olarak. Yalnız onu okuyamadım. Okumaya elim varmadı birinci perdeyi zor bitirdim. Çok ağladım okurken. Belki bir gün onu yaparım, sahnede. Bilmiyorum."

SORU: Duygulanıyor musunuz?

Naşit Özcan: "Evet, duygulanıyorum. Halamın bir filminin yapılmasını istiyorum. Naim Süleymanoğlu gibi ne bileyim rahmetli Müslüm (Gürses) gibi. Öyle. Bu da bir anı olarak kalacak."

SORU: Peki, o zaman sormak isterim. Adile Naşit'i kim oynar sizce?

Naşit Özcan: "Geçenlerde bir reklam filmi vardı seyrettiniz mi, bilmiyorum. Kemal Sunal oynuyordu. Yeni bir reklam filmi, Kemal Sunal'a benzeyen bir oğlanı bulmuşlar. Montajla da Kemal Sunal'ı çıkarmışlar ortaya. Bu sıra çekilmiş film, dehşete düştüm. Kemal Sunal canlanmış ve reklam filmi çekiyor, teknoloji bu halde. Dolayısıyla Adile'yi bulabiliriz yani. Ama hikayeyi doğru kurgulamak, doğru yazmak lazım."

SORU: No name yani yeni, belki fiziksel benzerlikte biri diyorsunuz?

Naşit Özcan: "Ama yani buluruz. Kemal Sunal'ı öyle görünce halamı oynayacak genç oyuncular vardır, bulunur yani."

SORU: Sait Faik’i canlandırdığınız zaman, rahmetli tiyatro eleştirmeni Üstün Akmen sizin için çok güzel bir yazı yazmıştı. Sait Faik’i yorumlarken ‘Bizi güzel sese doyurdu’ demişti. Röportajımızın da sonuna geldik. Bizi Sait Faik'ten, çok uzun yıllar geçti belki ama oyundan hatırladığınız bir bölüm varsa, bizi o güzel sesinizle uğurlar mısınız?

Naşit Özcan: Estağfurullah, ne demek. Sait Faik’in Yeis diye bir şiiri var. Sevgilisinden ayrılmış Sait Faik. Beyoğlu'ndan Taksim'e çıkıyor. Taksim'de parkın oraya geliyor, bankların üstüne oturuyor ve öyle içinin sıkıştığını boğulduğunu hissediyor. Bu Meraklısı İçin Öyle Bir Hikaye; Sait Faik'in yalnızlığını anlatan bir hikaye. Rahmetli Savaş Dinçel ustam, onun hayatını ele alarak parçaları koyuyor ve Sait Faik kendini anlatıyor. O sıkıntının üzerine şunu yazmış:

“Akşamüstleri geliyor

Tam insanlar işten çıkarken.

Salkım salkım tramvaylardan

Bir güzel çocuk yüzüyle gülümsüyor

Namussuz, akşamüstleri geliyor.

Neremden yakalıyor, bilmiyorum

Ben tam sevmeye hazırlanırken

On altı yaşındaki sevgilimi.

Elini elimle tutmak

Yirmi dört saatte bir

Sıcak bir laf dinlemek isterken

Rezil... Tam o saatlerde geliyor.

SORU: Teşekkür ederiz ağzınıza sağlık.

Naşit Özcan: "Sizin de emeğinize, ayaklarınıza sağlık. Çok mutlu oldum. Teşekkür ederim."

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
ÇOK OKUNANLAR
ARŞİV ARAMA
PUAN DURUMU TÜMÜ
GÜNÜN KARİKATÜRÜ TÜMÜ
Karikatürler