Yusuf Yazar'ın "Suriye’de tanık olunan sürecin özeti: Türkiye, ‘Türkiye’ olduğunu gösterdi" başlıklı yazısı şu şekilde;
Yazımızın başlığı, birçok kişiye ‘bu ne böyle‘ dedirtebilir. Ama düşünce yapılarını geçmiş yüzyıllara ilişkin doğru bilgilerin içinden süzülen bir özle besleyenler için bu, ancak bir tarihî vurgudur, hatırlatmadır.
Son söylememiz beklenen sözü önce söyleyip, sonrasında da söylediğimizi açan paragafları sıralayalım.
Gerek mülteci / muhacir kabûl tutum ve politikasıyla, gerek onlara bu ülke içinde kendilerini bir şekilde ifade etme ve geliştirme imkânı sunan ‘ensar’ tavrıyla, gerek onlara kendi ülke sınırları içinde güven içinde yaşayıp gelecekleri için onurlu bir direnişe hazırlanma konusundaki politikası ve desteğiyle ve gerekse de, on-yıllardır devam eden, kendilerine olan keskin zulmü herkese âşikâr olmuş eli kanlı Esed rejimine karşı kendilerinin yanında druruşu ve direnişe hazırlanışlarındaki destek ve stratejik tutumuyla Türkiye sıradan bir bölge aktörü olmanın çok ötesinde, ‘Türkiye’ olduğunu göstermiş, ABD ve Rusya dâhil tüm dünya da bunu görmüştür.
SONUN BAŞLANGICI 1982
Suriye olaylarını 12-13 yıllık bir süreç olarak görüp değerlendirenler konuya ilişkin zayıf bir perspektiften bakmış oluyorlar. Türkiye dışında neler olup bittiğine dair bir dikkati ve hassasiyeti bulunan ve ‘zulm ile âbâd olunamayacağı’ gerçeğine inanan kesimler Suriye’ye dair görüşlerini, eğer daha öncesinde değilse bile, 1982 Şubatındaki Hama katliamıyla netleştirmiş, ve bir azınlık desteğine sahip Esed rejiminin çok uzun süre pâyidâr kalamayacağı, kalmaması gerektiği kanaatine çok öncesinden ulaşmıştır.
TERÖR ÖRGÜTLERİ ‘KULLANIŞLI’ BİR ENSTRÜMAN
Mamafih, çifte standartçı tutumunu artık kanıksamış olduğumuz batılı devletlerin ve Rusya’nın politikaları ve onların etkin olduğu uluslararası sistemin de kol kanat germesiyle bu kendi halkının kanını içmeyi îtiyat hâline getirmiş rejim bugünlere kadar varlığını sürdürebilmiştir. Son 12-13 yıl içinde olup bitense, bugün için câri uluslararası sistemin efendisi görünümü içinde olan güçlerin kendi etkin pozisyonlarını sürdürebilme adına sürdürdükleri politikaları ve, devreye almış oldukları, genellikle onlara ‘bahar’ bize ise ‘kış’ olan süreçlere sebep olan plânlarının yansımasıdır. (Kendi ihdas ettikleri bir terör örgütüne karşı sözde mücadele edecek olduğu gerekçesiyle destek verdikleri bir terör örgütüne bölgede bir devlet kurma vaadiyle ona inanılmaz silah ve eğitim desteği vermeleri bunun önde gelen bir örneğidir. –Aslındaysa yaptıkları, bölgede, İsrail’le eşgüdüm içinde, belirledikleri hedeflere ulaşmada kullanabilecekleri oldukça ‘kullanışlı’ bir enstrüman oluşturmaktır-.
Bölgeye ilişkin denklemde en dikkat çekici uzlaşmalarsa, nasıl olup da, Esed rejiminin yıkılmasını uygun gören ABD’nin, Rusya’nın desteğine sahip kanlı Esed rejiminin kendisine en yakın ve güvenilir vekil bulduğu PKK/PYD örgütüne sınırsız destek sunuyor olması, ve nasıl olup da İran destekli Hizbullah (Allah yanlısı ya da Allah’ın askerleri anlamında) örgütünün PKK/PYD ile aynı hatta yan yana görünüyor oluşlarıdır.
(Unutmamak gerekir: PKK en başından beri Esed ailesinin himayesine sahiptir, ve Esed ilesi de İran’ın desteğine). Varılmış olan noktada, kibirle davranmadıkları sürece tabii ki İran’ın da, ABD’nin de çıkarması gereken dersler var. Ve o dersler, kelimelere dökmeyi bile gerektirmeyecek açıklıkta. Hadi ABD ‘büyük güç’, kendi perspektifinden her ne yaparsa haklı ve doğru bir oyun oynadığını düşünebilir; çünkü, bir büyük güç için, ‘mümlün olan meşrudur’, gerisi detaydır. Ama, ya bölgesel aktörler? Kiminle yan yana durduğuna, ve tutum ve faaliyetinin kimin ekmeğine yağ sürdüğüne dikkat etmeyeceksen hangi iddianın sahibi olabilirsin ki? Suriye’de ‘kaybeden taraf’lardan birisi olduğu açık olan İran’ın gelişmelerden uygun ve doğru dersi çıkarması, konuya İran ve Türkiye gibi iki bölgesel güç arasındaki rekabet gibi kötü sonuçlara yöneltecek bir perspektif içinden bakıyor olmaması Türkiye ve bölge açısından önemlidir. İlk iki haftanın gelişmeleri, ABD’nin belli bir tutum değişikliği içinde olduğu izlenimini veriyor olmakla birlikte kanaatlerin netleşmesi için kısa da olsa bir süre daha beklemek doğru olacaktır.
TÜRKİYE – AB İLİŞKİLERİNDE YENİ BİR DÖNEMİ TETİKLEYECEK BİR HUSUS
Bundan sonraki aşamada muhtemelen Batılılar (özellikle Avrupalılar) bir taraftan ülkelerine olan göçmen iltica talebi baskısının azalmasını umacaklar (Türkiye’de bulunan mültecilerin önemli bir kısmının Avrupa ülkelerine ve ABD’ye iltica etme hayali içinde olduğu göz önünde bulundurulursa) ve bir taraftan da Suriye’nin yeniden inşasında rol ve pay sahibi olmak isteyeceklerdir. Bu açıdan bakıldığındaysa, Türkiye’nin pozisyonuna imrenerek bakmaları olasıdır ve bu da Türkiye – AB ilişkilerinde yeni bir dönemi tetikleyecek bir hususu oluşturabilir.
Suriye’ye Türkiye’den ve diğer Avrupa ülkelerinden geri dönecek olan mültecilerin Suriyenin yeniden yapılanmasında önemli bir rol oynaması küçümsenmeyecek bir ihtimaldir. Geri dönen bu mülteciler, adapte oldukları ya da benimsedikleri ve Suriye’ye transfer edecekleri kültürel değerler ve sosyal alışkanlıklarıyla muhalif gruplar arasında olması akla gelebilecek olan bir iç kavga ihtimalinin zayıflatılmasında ve hatta tümüyle yok edilmesinde olumlu katkı sunabileceklerdir.
DIŞ İLİŞKİLERDE İKİ KERE İKİ ARTIK DÖRT ETMİYOR
‘Büyük güçler’in artık bir ‘Grand Strateji’ peşinde olmadığı, dinamik, değişken ve hatta kırılgan stratejilerin benimsenebildiği ve dolayısıyla benimsenen politika ve tutumların oldukça konjonktürel ve öngörülemez olduğu bir ortam ve dünyada, özellikle dış ilişkilerde iki kere ikinin artık dört etmiyor olduğu oldukça kesindir. Bir diğer kesin olan şeyse, uluslararası ilişkiler atmosferinde Türkiye’nin yıldızının parlaklığının artmış olduğu ve artıyor göründüğüdür.
Kaynak: HABER7.COM