Ekonomi

Bakan Yumaklı açıkladı: İBB regülatörlerden aktarılan suyunu durdurmuş

Ekonomi - İstanbul'daki barajlarda doluluk oranının yüzde 36'ya düştüğünü açıklayan Bakan Yumaklı, "Burada bizim tahminimiz, enerjiyle alakalı giderleri kısma adına zaman zaman bu regülatörlerden aktarılan suyunu durdurulduğu yönünde." dedi.

Bakan Yumaklı açıkladı: İBB regülatörlerden aktarılan suyunu durdurmuş
11-08-2023 12:28

Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı aralarında Kanal7 Ankara Temsilcisi ve Haber7 yazarı Mehmet Acet'in olduğu gazetecilere önemli açıklamalarda bulundu. Yumaklı "İstanbul'daki barajlarda doluluk oranının geçen yıla göre yüzde 64.8'den yüzde 36'ya düştüğünü görüyoruz. Tamamen işletme konusu. Burada ilgili belediyenin bu konuya özen göstermesi gerektiğini söyleyebilirim." dedi. 

Sayın Cumhurbaşkanımızın görevi tevdi etmesinden bu yana yaklaşık 2 aylık bir süre geçti. Genel hatlarıyla önümüzdeki 5 yıla ait planlarımızı sizlerle paylaşmak istiyorum. Ayrıca daha sonrasında da gündemdeki konulara dair sorularınızı da cevaplamaya çalışacağım. Hep söylenir, ama bir kez daha tekrar etmekte fayda var. İklim değişikliği, nüfus artışı, göç, jeopolitik riskler, doğal afetler, salgın hastalıklar gibi hususlar tarım sektörünü stratejik bir hale getirmiş durumda.

Ayrıca pandemiden bu yana gündemimize gıda milliyetçiliği, gıda ticaretindeki korumacı eğilimler ve tekelleşmeler de bunlara eklenmiş oldu. Bütün bu etkenler yeni bir paradigma değişikliğini ortaya çıkardı bizler için. Biz bunların tamamını yeni normal olarak tanımladık. Artık öncesinde sadece belki eğitim ya da sohbetler ya da teoride kalan hususların, hayatımıza girdiğini görmeye başladık. Dolayısıyla biz bunların hepsine yeni normal diyelim dedik. Hakikaten bundan sonra hayatımızı etkileyecek şeylerin başında bu söylediklerimiz geliyor.

Yapılan araştırmalar hepimizin malumu dünya nüfusunun 30 yıl sonra 10 milyara ulaşacağını, Türkiye’deki nüfusun da yaklaşık 100 milyona ulaşacağını, su talebinin ise yüzde 55 oranında artacağını gösteriyor. Bu ileriye doğru bir perspektif, bir de geriye doğru bakalım: 30 yıl önceye baktığımız zaman insanların temel gıdaya ulaşma ihtiyacı varken, bugün sofralarda çeşitlilik ve daha kaliteli ürün isteği ön plana çıkmış durumda. Biz tüm bu sebeplerle bütün bu ülkelerde olduğu gibi konuya stratejik bir pencereden bakmaya çalışıyoruz ve gerçekten de bunu bir milli güvenlik meselesi olarak değerlendiriyoruz.

Ülkemiz küresel değişiklerden asla bağımsız değildir. Dolayısıyla hem yeni normal hem de diğer ülkelerden farklı olarak Kahramanmaraş merkezli depremler hemen her sektörde olduğu gibi bizim sektörümüzde de yeni bir vizyon ihtiyacını ortaya çıkardı.

Bakanlığımızın vizyonu geçtiğimiz yıldan itibaren benim de içinde olduğum proje gruplarında çalışıldı. O projelerden bir kısmını hayata geçirdik, bir kısmı ise yakın gelecekte hayata geçecek ve yenileri de eklenerek elbette.

“ODAK NOKTAMIZ ÜRETİM”

Projelerin tamamının odak noktası ise üretim oldu, olmaya da devam edecek.

Tarladan sofraya giden bütün süreçlerde girdi maliyetlerini düşürmek, verimlilik ve kaliteyi artırmak, tarımı dijitalleştirmek, yönetimi sadeleştirmek bizim en önemli gündem maddelerimiz.

Dinamiklerimize baktığımızda yine hepimizin elbette ki malumu, ama tekrar etmekte fayda var. Geniş üretim havzalarına sahip bir coğrafyadayız biz. Bitkisel, hayvansal ve su ürünleri üretimiyle, ormancılık faaliyetleri açısından büyük potansiyelimiz var. Birçok üründe kendimize yeterliyiz, önemli bir kısmında da yeterli olma potansiyeline sahibiz. Coğrafi konum ve olası pazarlara yakınlık açısından da yine stratejik bir konuma sahibiz. Tüm bu parametreler ışığında hedefimiz üreticiyi güçlendirmek, tüketiciyi de korumak kısaca bu şekilde formulize edebiliriz.

Hedeflerimizi dört ana başlık altında topladık. Bunlardan birisi sürdürülebilirlik, diğeri verimlilik, bir diğer kayıtlılık ve son olarak da kalite.

ÜRETİM PLANLAMASI, SU KANUNU VE MERA KANUNU

Eğer biz üretimin sürdürülebilirliği için hangi konuyu öne çıkarmalıyız diye sorarsak üretimin planlanması konusu, bu da sıkça gündemde. Zaten halihazırda yasal alt yapısı oldu, bununla ilgili ikincil mevzuatlar yani üretim planlamasının hayata geçmesi için şu anda son hızla devam ediyoruz.

Biz bu üretim planlamasını neye göre yapacağız sorusunun cevabı ise ihtiyacımız, toprak durumumuz, su yapımız bütün bunları gözeterek bir üretim planlaması yapmamız gerekir. Arkadaşlarımızın da bütün çalışmaları bu yönde. Ayrıca sözleşmeli üretim de yine üretim planlamasının ayrılmaz bir parçası.

Yine dediğim gibi bütün bu ikincil mevzuat düzenlemelerinin yanında bunların uygulanması için teknolojik alt yapıyla bilgi işlem alt yapısı çalışmalarımızı sürdürüyoruz.

Tabii ilk başlarda birtakım görüşler talep edildi orada. Şöyle bir düşünce hakim oldu, ama daha sonra bunun ortadan kalktığını söyleyebilirim o da şuydu: Biz bütün bu tarımsal üretimin planlanmasını çalışırken sadece kendimiz Ankara’da masa başında planlama yapmak gibi bir asla niyetimiz yoktu, planımız da yoktu. İlk görüşler alındıktan itibaren sektörün tüm paydaşlarının katıldığı ve bütün illeri kapsayan bir program başlattık. Şu anda bu tamamlandı. Türkiye’deki 81 ilin tamamında bölgesel yaptık, biraz daha hızlı olması açısından. Sektördeki bütün paydaşları çağırdık. İşte ziraat odalarından tutun büyük çiftçilere kadar, yani sektörün dinamikleri kimlerse onlarla beraber bu tarımdaki üretim planlaması konusunu istişare ettik, onların görüşlerini aldık. Kimi zaman onların verdikleri şeyler bize ışık tuttu, çoğu zaman hatta. Amacımız neydi? Sektördeki bütün paydaşların bu büyük dönüşümde mutabık kalmalarını ve uygulamaları hayata geçirirken onların da sahiplenmesini sağlamaktı. Ayrıca bir diğer konu var, ekilmeyen tarım arazilerinin üretime kazandırılması. Dolayısıyla ekonomiye kazandırılmasıyla ilgili. Bununla ilgili de yine yasal altyapısı tamamlandı. Bu kapsamda kronometre 5 Nisan 2023 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanmasıyla birlikte çalışmaya başlamış oldu.

Herhangi bir tarım arazisinin 2 yıl üst üste ekilmemesi sebebi ne olursa olsun bizim için önemli bir gösterge. Bununla ilgili arkadaşlar coğrafi bilgi sistemler de dahil olmak üzere bunların belgelenmesiyle ilgili süreçleri başlatmış oldu. 2 yılın sonunda ekilmeyen tarım arazisi var ise eğer biz mülkiyetten bağımsız olarak ve mülkiyet tarafına hiç dokunmaksızın önce hangi lokasyondaysa o, sonra halkayı genişleterek eğer talipli çıkmazsa mümkün olduğu kadar o bölgenin de insanlarının ya da girişimcilerinin talebini oluşturmak üzere böyle bir kendilerine teklifte bulunacağız. O tarım arazisinin ekilmesiyle ilgili kabul eden, orayı kiralayan kişiler orayı ekecekler o tarım arazisinden elde edilen kira da mülkiyetin sahibi kimse, kaç ortak varsa, 1-5 hiç fark etmez onların hesaplarına mülkiyetleri oranın da yatırılmış olacak.

Ayrıca Türkiye’de bir Su Kanunumuz yok maalesef. İklim değişikliğini konuşuyoruz ama bunun da çok süratle hazırlanması gerekir. Dolayısıyla bunun hazırlanması çalışmaları başladı.

Ayrıca Mera Kanunu çok eski tarihlerden beri gelen ve günümüz ihtiyaçlarına kısmen cevap veren bir kanun. Bununla ilgili değişiklik hazırlıkları başlandı.

Tabii bütün bunları yaparken elbette çok önemli bir diğer başlığımız var o da bunları yapabilmeniz için tarımsal üretimin içerisindeki gençlerin ve kadınların sayısını artırmanız gerekir. Yani son dönemde sadece biz de değil, bütün dünyada tarımsal üretimden maalesef bir çıkış söz konusu. Bizim bu konuyu her daim gündeme getireceğimizi söylemek isterim. Kadın ve gençlerimizin sayısını mutlaka artıracak projeleri bizler hayata geçireceğiz.

Tarımsal desteklerde sadeleştirmeye gitmek diye bir kavram var. Bu çok sıkça dile getirilir. Ama ben şöyle bir cümleyle özetleyecek olursam bunu: Yönlendirme özelliğini nispeten yitirmeye başlamış olan desteklerin yönlendirici özelliğini tekrar kavuşturmak, kalite ve verimlilik odaklı bir hale getirmekle ilgili de tarımsal destekleri yeniden dizayn ediyoruz.

Bir diğer konu, tarım sigortalarının yaygınlaştırılması konusu. Özellikle iklim değişikliğinin çok ciddi etkilerinin görüldüğü, çok normal olarak gittiğini düşündüğümüz bir mevsimde çok anormal hareketlerin olması tarımsal alanda da birtakım zararlara sebebiyet veriyor. Netice itibariyle bunların tarım sigortasına bağlanması kültürünü yaygınlaştırmamız gerekiyor. Çünkü buralardan zarar gören çiftçilerimizin ihtiyaçlarını bir şekilde devlet olarak karşılıyoruz ama o sürdürülebilirliği sağlaması için poliçe o zararın karşılanması konusu son derece önemli. Dolayısıyla, biz çiftçi gelirinin istikrara kavuşması için tarım sigortalarının da yaygınlaştırılmasını çok önemli görüyoruz.

Ayrıca Ar-Ge projeleri de yine verimlilik artışıyla alakalı ve sonuçların ticarileştirilmesiyle alakalı kısma yoğunlaşacaklar. Çünkü özellikle tarım kesiminde birçok Ar-Ge çalışması yapılıyor ama bunların ticari hayata aktarılması konusu çok istenildiği düzeyde değil.

KENT TARIMI, DÜNYANIN EN BÜYÜK TDİOSB’Sİ GÖNEN’DE KURULUYOR

Ayrıca Kent Tarımı projesini geçen yıldan hatırlarsınız. Burada da üretim yerlerini tüketim yerlerine yaklaştırarak özellikle nakliye ve uzun mesafelerden kaynaklı zayiat kalemlerini de azaltmak istiyoruz.

Yine verimlilikle alakalı Türkiye’de 100 lokasyonda jeotermal enerjiye dayalı olmak üzere ihtisas organize sanayi bölgeleri kurulacak. Bugüne kadar 41 ilde 39 tarıma dayalı ihtisas organize sanayi bölgesi Bakanlığımız tarafından tüzel kişilik kazandırıldı. Bunlardan 10’unda altyapı çalışmaları tamamlandı ve yatırımcıların hizmetine sunuldu. Sanıyorum çok kısa bir sürede, çünkü ciddi bir yatırımcı talebi de var burada üretime başlanacak.

Bu yıl tüzel kişilik kazanan bir projemizi özellikle ben dikkatlerinize sunmak isterim.

Bu proje de Balıkesir Gönen’de 8 bin dekarlık alana kurulacak ve dünyanın en büyük Jeotermal Isıtmalı Tarıma Dayalı İhtisas Organize Sanayi Bölgesi (TDİOSB) olacak. Elbette projede jeotermalin yanı sıra yine ülkemizin büyük avantajlarından olan rüzgar-güneş ve biyokitle enerjileri de olmak üzere kullanılacak.

Bugüne kadar bu projeye 626 yatırımcı, 42 bin dekar alan için yatırım ve parsel talebinde bulundu ben biraz evvel söylemiştim buradaki toplam alan 8 bin dekar alan, yani talebin de ne kadar yüksek olduğunu buradan görmek mümkün.

BARAJDAN TARLAYA SU KAYIPLARI AZALTILACAK

Ayrıca biz yine barajdan tarlaya giden süreçte verimlilik derken sadece üretim de değil, o üretimin bütün süreçlerindeki unsurların verimliliğine odaklanmış durumdayız. Akıllı sulama yatırımları, modern sulama sistemleri ve özellikle de su kayıplarını azaltmayı hedefliyoruz. Bu konu çok önemli, çok ciddi yatırımlar yapıyoruz. Ama tarlaya kadar olan süreç, hatta tarladan sonra sulama alanındaki süreçte su kaybımız var. Gelecek dönem bizlere bu konuda hakikaten çok ciddi tedbirler almayı emrediyor. Yani bunu bir dilek olarak söylemiyorum, su konusu önümüzdeki dönemin en önemli konularından olacak.

Yine arazilerin parçalı yapıda olması hepinizin malumu, bu konu çok gündemde bizler için. Hacimsel olarak büyük olmayan, küçük arazilerde yapılmış olan üretimin maliyetlerinin ne kadar yüksek olduğunu hepimiz biliyoruz, dolayısıyla arazi toplulaştırma konusuna da yoğunlaşacağız.

Bu konuda bir-iki bilgi vermek isterim:

Toplulaştırmaya uygun ülkemizde 14,3 milyon hektar alan bulunuyor. Toplulaştırma ilk 1961’de başlamış ülkemizde, hala devam ediyor. 2023’e kadar 6,8 milyon hektar alanın tescilleri tamamlanmış, bizim hedefimiz bu yılın sonuna kadar bu yıl için yapılan 500 bin hektarlık tarım alanını tescil ettirmek olacak.

ÜLKEMİZ SU STRESİ ALTINDA, SU VERİMLİLİĞİ SEFERBERLİĞİ BAŞLATTIK

Suyla ilgili konuya geri dönmek isterim.

Ülkemiz, yılda kişi başına 1.313 metreküp kullanılabilir su miktarıyla su stresi altındaki ülkelerden bir tanesi. Su zengini de değiliz, su fakiri de değiliz, ama su stresi altındaki ülkelerden birisiyiz. Hem nüfus artışımızı en başta söyledim, hem de suyun verimsiz kullanıldığı alanların maalesef ki çokluğunu göz önüne aldığımızda 2030’da bunun 1.200 metreküpe gerileyeceğini tahmin ediyoruz.

Yani 1.313 metreküpe 1.200 metreküpe düşecek. Eğer bu 1.000 metreküplerin altına düşerse kişi başına kullanım, işte o zaman su kıtlığıyla yüzleşmiş olacağız. Elbette ki şu anda böyle bir risk yok, ama bu geleceğe dair perspektifi mutlaka hepimizin bilmesi gerekir. Dolayısıyla su kaynaklarımızı verimli kullanmak adına Emine Erdoğan Hanımefendi’nin himayelerinde Su Verimliliği Seferberliği Eylem Planını hayata geçirdik. Bu uygulamaya kararlılıkla devam edeceğiz. Sadece bu kampanyanın başlangıcından sonra malumunuz deprem olayı yaşadık, dolayısıyla bir miktar sekteye uğradı, şimdi yeniden kaldığımız yerden daha güçlü devam edeceğiz.

Yine bir diğer konumuz da israfın önüne geçmek, ama hangi israfın, gıda israfının. Yani tezat olarak milyonlarca insanın hayatını kaybettiği bir dünyada 1,3 milyar ton gıdanın israf edildiği tahmin ediliyor, ülkemizde de bu rakamın 18 milyon ton olarak tahmini söz konusu. Ne olursa olsun, yani gıda israfı çok önemli bir başlık. Bir sürü kaynak harcıyorsunuz, emek harcıyorsunuz, ihtiyacı olanlara daha uygun şartlarda ulaşabilecek olan gıdanın israfı elbette ki hiç kimsenin arzu ettiği bir durum değil.

TARIM SAYIMI YAPILMASI İÇİN ÇALIŞMA YÜRÜTÜYORUZ

Kayıtlılıktan bahsetmiştim, bir diğer önemli konu da tarım sayımı.

Bu konuda geçen yıldan bu yana altyapı hazırlıklarını yaptık, ama bugün itibariyle bunu söyleyebilirim.

Tarım sayımı ne demek, buralarda biraz kafa karışıklığı var, biraz açayım müsaadenizle.

İstatistik işletme bilgisi, hayvan sayısı, arazi bilgisi gibi aklımıza gelen tüm verilerin sayılması ve kayıt altına alınması demek. Tarım sayımı için gerekli bizim tarafımızdaki hazırlıklar büyük ölçüde tamam, TÜİK tarafından bunun sayım metodolojisi, bütçesi ve teknik yöntemleri yürütülüyor, inşallah en kısa zamanda Hazine ve Maliye Bakanlığımızla bir protokolle kurumlar arası görev ve sorumlulukları belirleyerek çok uzunca bir süredir yapılmamış tarım sayımını da gündeme getirmiş olacağız.

Bir diğer konu da kayıtlılıkla alakalı. Hâlihazırda Çiftçi Kayıt Sistemi denen bir uygulama var. Bunun yasal metinlerde de yeri var, burada Çiftçi Kayıt Sistemine kayıtlılık, mülkiyetle eşleştirildiği için ya da o mülkiyete sahip olan birisi ile yapılan bir kira sözleşmesiyle eşleştirildiği için, bunların dışında kalan ve tarımsal üretim yapan işletmeler, kişiler, kurumlar, Çiftçi Kayıt Sistemine kayıt olamıyor. Yine bu 5 Nisan’da Resmi Gazete’de yayımlanan kanun değişiklikleriyle beraber çiftçilerimizin taahhütname ile sisteme kayıt yaptırabilecekleri, Tarım ve Orman Bakanlığının kabul ettiği diğer kayıt sistemleri diyerek de biraz da konuyu açtık, böylece ilk etapta kayıtlılık oranımızı yüzde 80’in üzerine çıkarmayı hedefliyoruz.

Hâlihazırda Çiftçi Kayıt Sistemine kayıtlılık oranı yüzde 65. Kayıtlı olan arazilerimizin de yaklaşık 19 milyon hektara çıkması söz konusu böylece.

YAPAY ZEKA İLE REKOLTE TAHMİNİ

Yine teknolojiden bahsetmiştim, uydu ve İHA’lardan alınan görüntülerin işlenmesi ve yapay zekâ teknolojisi. Bununla ilgili gerçekten Dijital Dönüşüm Ofisi’nin de farklı çalışmaları var, ama özellikle bizim alanımızla ilgili kendileriyle ciddi iş birliklerimiz var. Yapay zeka teknolojisiyle başta rekolte tahminleri olmak üzere, tarımın bütün unsurlarında teknolojiyi kullanmak arzusundayız.

KALİTEYİ ARTIRMAK ANA HEDEFLERİMİZDEN

Yine elbette verimliliği arttırırken kaliteyi unutmamak gerekir, çünkü pek çok konuda ikisinin birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğunu gözlemliyoruz. Eğer çok ürünümüz var, ama kaliteli değilse onun hem pazarda yer alması, hem de ekonomik katma değeri düşünülenden daha az oluyor.

Bakanlık olarak özellikle zeytinyağı, bal, fındık ve tıbbi aromatik bitkiler başta olmak üzere Türkiye’nin coğrafi işaretli ürünlerinin haritalandırılması, kütüphanelerinin oluşturulması ve tescil belgelerinin alınmasına yönelik yeni adımlar atıldı.

Son dönemde belki yansıdı gündeme, dünyada kabul görmüş en yeni teknolojilerden nükleer manyetik rezonans cihazını laboratuvarlarımızda kullanmaya başladık.

Şimdi sizin herhangi bir ürünün kaliteli olup olmadığını ya da taklit olup olmadığını anlayabilmeniz için bunu karşılaştıracağınız bir gerçeğinin olması lazım, yani böyle bir kütüphanemizin olması lazım. Şu anda bu kütüphaneyi oluşturmaya başladık, yani çok hızlı hareket ediyoruz, bir süre sonra artık çok netameli konularda yurt dışına gönderilerek, onların kütüphanelerini kullanarak yapılan bu karşılaştırmalar artık ülkemizde bizim kendi teknolojimizde yapılmaya başlanacak.

ORMAN YANGINLARINDA DÜNYADA İHA’LARI KULLANAN İKİ ÜLKEDEN BİRİYİZ

Orman yangınlarının olduğu günlerdeyiz, çok şükür tansiyonu düştü. AFAD başta olmak üzere orman yangınlarıyla bütün kurumlarla iş birliği içerisinde çalıştık. Orman yangınlarıyla aktif mücadelede dünyada örnek gösterilen ülkelerden birisiyiz, bu da bizi gururlandırıyor elbette. Özellikle erken uyarı sistemlerimiz de fark edildiği üzere güçlü müdahale filomuzla yangınlarla etkin bir şekilde mücadele edildi, edilmeye devam ediyor.

Orman yangınlarıyla mücadelede yine teknolojiyi kullanacağız demiştim, dünyada İHA teknolojisi, yani insansız hava aracı teknolojisini kullanan 2 ülkeden bir tanesiyiz.

Bu belki bir cümle olarak basitmiş gibi görülebilir, ama emin olun bundan sonrası için ülkemizin orman varlıklarını korumada baş aktörlerden birisidir insansız hava araçları.  Çünkü 7-24 Türkiye’deki bütün alanları gözleyen, herhangi bir şekilde bir yangın alameti, bir yangın işareti veren şeyleri algılayan ve Yangın Yönetim Merkezine gönderen bir sistem bu.

Bir veri de paylaşayım, ülkemizde bu yıl 8 Ağustos’a kadar meydana gelen 1.212 orman yangınının 418’i İHA’lar tarafından ilk anda tespit edildi. İlk anda ne demek, siz oraya genişlemeden-büyümeden müdahale ediyorsunuz, aslında onlar orman yangını olarak yansımıyor, ama bizim kayıtlarımıza mutlaka yansıyor.

Uçak, helikopter ve yine İHA’lardan oluşan 134 hava aracımız var, diğer kurumların rezerv araçları da bunlara dahil. 4 bin 800 kara aracımız var, 25 bin orman işçimiz var ve 118 bin gönüllüden, eğitim almış gönüllüden bahsediyorum, bir ordumuz var, bunlarla mücadeleyi sürdürüyoruz.

ORMAN YANGINLARINA KARŞI YAPAY ZEKA

Yine ormanlarla alakalı yapay zekâ uygulamaları, dijital harita, elektronik etiketleme gibi teknolojik imkânlar pilottan genel uygulamaya geçti. Arkadaşlar da bununla ilgili bütün Türkiye’deki varlıklarımızı bu anlamda kayıt altına almaya devam ediyorlar.

ORMAN VARLIĞIMIZI ARTIRMAYA DEVAM EDECEĞİZ

Birkaç veri de orman varlığımızla ilgili vermek isterim; Türkiye genelinde son 20 yılda 6,5 milyar fidan toprakla buluştu. Son 5 yılda da her yıl ortalama 600 milyon fidanı toprakla buluşturmak üzere bir gayretimiz var. Geçtiğimiz yıl 2022 yılında bu 600 milyonu artık biz taban olarak belirledik, bu hedefin üzerine çıkmak arkadaşların görevi. Geçen yılki dikilen fidan sayısı 650 milyon. Amacımız orman yangınlarıyla değil her yıl toprakla buluşturduğumuz fidanlarla anılmak. Umarım bu da en kısa zamanda başardığımız bir unsur olur.

Elbette Bakanlık olarak yaptığımız çalışmalar ve politikalar birden çok disiplini ilgilendiriyor. Tarımsal ürünlerin tarladan sofraya gidinceye kadar birçok evreden geçtiği ve sistemden geçtiği malumunuz. Bunlardan bir kısmını biz yönetirken, bir kısmını da ilgili Bakanlıklarımız yürütüyor. Bu minvalde ekonomi yönetiminin paydaşı olan diğer bakanlıklarla eşgüdüm içerisinde çalışıyoruz. Bunun etkilerini de en kısa zamanda göreceğiz.

Son bir konu, sektörümüzle alakalı konularda özellikle siz kıymetli basın mensuplarının bizlerle birlikte olması, iş birliği içerisinde olması bizim için çok kıymetli. Çünkü tarım sektörü en başta söyledim gerçekten çok önemli, bunu bütün konuşmalarda dile getiriyoruz veya konuşuyoruz sohbet ederken. Tarım sektörü çok önemli, çok stratejik. Yani o kadar önemli ki ülkelerin savunma sanayileri kadar önemli derken, buna mütenasip değeri de ortaya koymak gerekir. Bunu ortaya koyabilecek konu uzmanlıktır, bunları dile getirirken doğru bilgiler, doğru verilerle ortaya koymaktır. Dolayısıyla biz özellikle sizlerle birlikte tarım okuryazarlığı konusunda önümüzdeki dönemde daha çok birlikte olmak istiyoruz. Halkımızı doğru bilgilendirme, bilinçlendirme anlamında da alanında uzmanlaşmış tarım muhabiri ve yazarlarına ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz. Bu konuda üzerimize düşen ne varsa bizler yapacağız, ama sizin desteğiniz olmadan bunu yapmak mümkün değil. Özellikle bu önemli konunun altını çizmek isterim.

Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı, medya temsilcilerinin sorularını da yanıtladı.

KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN TARIMA ETKİLERİ

Her gittiğim yerde de söylüyorum, artık iklim değişikliği işte teoriden, kitaplardan ya da sohbetlerden hayatımızın içerisine girmiş bir unsur. Bunu bilmeniz gerekiyor. Şöyle düşünelim: Ankara’ya 1 yıl içerisinde 100 birim yağmur yağması gerektiğini düşünelim ama bu 100 birim birden bire Ankara’nın işte ne bileyim Mamak’ına yağabilir. Bu Ankara’nın tamamının ihtiyacı olan yağmuru aldığı anlamına gelmez. Peki, ne olur? Mamak’ta sel olur, taşkın olur, insanlar zarar görür, diğer tarafta kuraklık devam eder yine insanlar zarar görür. Bunu bizim engelleme şansımız yok. Bu globalde bütün ülkelerin kendilerine düşen sorumlulukları yerine getirmeleriyle ilgili bir husus, ancak önlem almamız gerekir.

Bu konuda iki tane temel başlık söyleyeyim. Bunlardan bir tanesi su ile alakalı planlamalarımızı biz yeniden gözden geçiriyoruz. Yani artık biraz önce bir şey söyledim daha önce bu kavram muhtemelen hiç gündeme gelmemişti. Biz barajdan tarlaya kadar diye bir kavram getiriyoruz sulama açısından. Barajdan işte isale hattına, şehirlerin içme sularıyla alakalı süreci gündeme getiriyoruz. Ondan sonrası için de daha ince çalışmaların gerektiğini düşünüyoruz.

Bunlardan iki tane şey söyledim. bir tanesi suyla alakalı özellikle sulama sistemlerinin vahşi sulamanın hızlıca değişmesi gerekir çünkü sürdürülebilir değil. Elbette imkanlar ölçüsünde bu hızlı değişebilir, ama gerekliliği mutlaka masamızda olmalı. Bu tarım kesimiyle alakalı çünkü suyun yaklaşık yüzde 77’si tarım kesimi tarafından kullanılmakta, geri kalanı ise bizim şehirlerde kullandığımız ya da insani ihtiyaçlar için kullandığımız su.

Bu konuyla alakalı da yine özellikle şehirlerin su kayıp kaçaklarıyla ilgili ciddi bir çalışmamız var, Su Yönetimi Genel Müdürlüğümüz var, onlar politikalarını belirliyorlar. Artık masa başı çalışmaları bitti şimdi sahaya indiler. Bu konuda en önemli bölümün su olduğunu söyleyebilirim.

Diğeri de iklim değişikliğine uyum sağlayan bitkisel üretimde özellikle tohum geliştirmek. Bu konuda da bizim tarımsal araştırma-geliştirme merkezimiz var malumunuz. Onlara verdiğimiz bir hedef var; ben onu söyleyeyim sanırım yeterli olacaktır. Tarımın TÜBİTAK’ı olmalarını istiyoruz. Yani iklim değişikliklerine uyum sağlayacak, ülkemizin bütün şartlarına uyum sağlayacak tohum için özellikle çalışmalarına devam ediyorlar. Bu zamana kadar yapılmış olanlar var, testleri devam edenler var, ama hızlanmamız gerekiyor, çünkü iklim değişikliği bizim çalışmalarımızın önüne geçmemeli.

DAHA UCUZA ÜRETİM VE KENT TARIMI

Bizim kent tarımı diye formulüze ettiğimiz bir husus, eğer mümkünse hani şehirlerin durumuna göre o da şehirlerin ne kadar yakınında olabilirse elbette o kadar iyi, ama büyükşehirlerin çeperlerinde olabilir ancak bu. Onun için de özellikle bu söylediğim tarıma dayalı ihtisas organize sanayi bölgesi bu açıdan çok önemli. Bir tanesini Balıkesir Gönen de söyledim dünyanın en büyüğü olacak, yani lokasyon olarak baktığınızda bütün büyük şehirlere çok hızlı bir biçimde orada üretilen ürünlerin sevki söz konusu olabilecek. Tarımdaki en büyük girdi maliyetlerinden bir tanesinin enerji olduğunu düşünürsek özellikle bizim sadece turizm amaçlı kullandığımız jeotermal enerjinin tarımda enerji oluşturmakta kullanılması bize çok ciddi bir maliyet avantajı da sağlayacak. Dediğim gibi yani çok hızlı hareket ediyoruz, uzun zaman almayacaktır. Buralarda üretime başlandığında hakikaten fark edecek.

TMO SİLO PATLAMASI

Şimdi TMO’nun Türkiye’nin 8 yerinde limanlarda siloları var. Bakımları da düzenli bir şekilde yapılır, ama bu boyutta açıkçası bizim de tahmin etmediğimiz bir şeydi.

Ama ondan önce şunu söyleyeyim: Bu çok önemli bir olay dolayısıyla biz her yönünü araştırıyoruz teknik olarak. Aynı zamanda savcılıklar da araştırıyor. Biz de hem teknik açıdan hem de iç denetim açısından Bakanlık iç denetimi de görevlendirdim. Tüm yönleriyle araştırıyor. Ama ilk etapta gördüğümüz bunun teknik bir olay olduğu. 60 silonun 13’nde gerçekleşti. Elbette bunun teknik inceleme sonucu çıktığında daha detaylı, daha sağlıklı, doyurucu bilgi vermek mümkün.

Şu anda söyleyeceğim her şey tamamen tahminden ibaret olacak, bunun dışında da bir bilgi yok açıkçası. Arkadaşlar bir incelemelerini tamamlasınlar. Söyleneni ifade edeyim; bu tür şeylerin özellikle hani ne tozunun olduğu önemli değil, ‘oluşturduğu basınç bu tarz olaylara yol açabilir’ diye bir cevap geldi ama teknik incelemeler bir tamamlansın arkadaşlar bununla alakalı incelemelerini bitirsinler biz bu yönüyle mutlaka bilgi vereceğiz.

Olay ilk meydana geldikten sonra doğal olarak bütün unsurlar harekete geçti ve diğer yerlerdeki hazırlıklara ya da en azından herhangi bir eksiklik var mı diye kontrol ettiler.

13 yaralı vardı, dün Ekrem Kalkan hayatını kaybetti. Hakikaten çok üzüldük, Allah’tan rahmet diliyoruz kendisine. Diğer yaralılardan bir tanesi o da yine maalesef ağır. Ona da acil şifalar diliyoruz. Geri kalan arkadaşlarımızın herhangi bir hayati tehlikesi yok. Çok kısa sürede onlar da işlerinin başına döndüler.

Zarar gören stokla alakalı ben bir not vereyim. Toplamda buradaki depoların kapasitesi 90 bin ton. Mevcutta içinde olan ürün 75 bin ton. Olayın gerçekleşmesi de silodan bir kamyona ürün sevk edilirken yani o konveyörler kullanılırken meydana gelmiş. Etkilenen ürün miktarı 15 bin ton, toplamda 22 milyon tonluk bir hububat veya buğday üretiminin olduğunu düşünürsek, buradaki rakamın olaydan bağımsız söylüyorum, çok büyük bir önemi yok. Arz güvenliğini tehdit edici bir durum yok, bunu söyleyebilirim.

ZEYTİNYAĞI REKOLTESİ

Zeytinyağıyla ilgili özellikle İspanya’da ve İtalya’da rekolte düşüklükleri bizim aldığımız bilgiye göre onlarda meydana gelen bir hastalıktan kaynaklı. Doğal olarak rekolte düşüklüklerini kapatmak adına Türkiye’deki ürünlere çok yoğun bir talepleri oldu. Tabi bunu Ticaret Bakanlığıyla eşgüdüm içerisinde çalışıyoruz. İlk başta belli oranda biliyorsunuz bir fon getirildi, ama o da talebi herhangi bir şekilde engellemediği gibi içerideki üretimin tamamen neredeyse yurt dışına kaymasına sebep olacak bir tehlike görüldüğü için Ticaret Bakanlığımız tarafından bir dış ticaret tedbiri alındı.

Aslında bakarsanız buradaki husus şu: Elbette ki biz ürettiğimiz ürünleri ihraç edeceğiz, ama bunları katma değerli bir şekilde ihraç etmek önemli. Yani siz ürününüzü alıp bidonlara koyup ya da büyük box’lara koyup ihraç edip bunu 3 dolara sattık diye sevinirken, sizin ürününüzü kendi markasının içerisine koyup 7-8 dolara satan bir durum varsa bunu hepimizin durup düşünmesi gerekir. Bu da ayrıca Ticaret Bakanlığıyla bizim konuştuğumuz bir konu.

Türkiye’de rekolte düşüklüğü yok aksine bu yıl beklentinin de üzerinde, ancak elbette ki iklim değişikliklerinin etkisini an be an takip ediyoruz. Önümüzdeki yıl içinde rekoltede biz herhangi bir değişiklik beklemiyoruz açıkçası.

TARLADAN SOFRAYA OLUŞAN FİYAT FARKI

Biz sadece üretim odaklıyız, ürünü ürettikten sonra tarladan hasat edilen ürün kasaya konulduğundan itibaren bizi ilgilendirmez diye bir düşüncemiz yok, onu söyleyeyim. Çünkü bizim için, bütün diğer bakan arkadaşlarım için de öyle, bu konuyla ilgili arkadaşlar için, biz sürecin tamamına bakıyoruz ve birlikteyiz. Dolayısıyla bizim en baştaki hedefimiz, biraz önce örneklerini verdim, özellikle her üründe bunu yapamayabilirsiniz, ama gündelik tüketimde yeri olan işte domates gibi veya diğer ürünler gibi, sebze-meyve ürünleri gibi bunların tüketilen yerlere yakınlığını sağlamamız gerekir, bu kadar net. Çünkü Antalya’dan İstanbul’a işte 900 kilometre, zaman, ısı vesaire, harcanan emek, diğer maliyetler bunu kaçınılmaz hale getiriyor; bu birincisi.

İkincisi, elbette ki girdi maliyetleriyle alakalı unsurlardan en önemlisi, işte nedir? Bitkisel üretim için konuşacak olursak, gübredir, mazottur ve diğer sulamayla ilgili konulardır. Bunların hepsiyle tek tek ilgileniyoruz.

Bir örnek vereyim: Maliyeti düşürmek adına da, şimdi geçen yıl uygulamayı başlattık devam ettireceğiz, gübre ve mazot desteği diye bir desteğimiz var bizim. Gübre ve mazot desteğini biz önceki dönemlerde nasıl yapıyorduk? Çiftçi eylül ayında diyelim üretime başladı, üretimini yaptı, bütün girdilerini alıyordu, tam hasada yakın bir dönemde geçmişe ait destekleri kendisine Şubat-Mart ayında ödeniyordu. Geçen sene biz bunu üretim döneminin önüne çektik. Girdi maliyetlerinin içerisinde önemli bir bölümü de finansman. Burada 10 liraya alacağı bir şeyi, eğer siz peşin parayla 10 liraya alacağı bir ürünü destekleri daha sonra alacağı için işte 12 liraya alacaksa, o aradaki 2 lira ilave bir maliyet olarak geliyor, dolayısıyla biz bunu engellemeye çalıştık ve büyük oranda da başarılı oldu.

Burada verdiğimiz para değil, bunu da söyleyeyim, ayni olarak verdik, dedik ki, ‘biz size hak ettiğiniz gübre ve mazotu kartlarınıza yükleyeceğiz, siz bu kartınızla ne kadar ihtiyacınız varsa bu desteklerden gideceksiniz sadece mazot ve gübre alacaksınız.’ Amaç neydi? Girdi maliyetlerinin düşürülmesiydi, dolayısıyla yaptığımız hususlardan bir tanesi bu.

İkincisi, yine enerjiyle alakalı, enerji giderleriyle alakalı devletin, özellikle bizim Bakanlığımızın verdiği birtakım destekleri var yüzde 50 onların o giderlerine katılmak gibi. Onun dışında da aslında bunlar, ne diyelim, toplam içerisinde belki büyük bir yekun tutmaz ama asıl önemli olanı biraz önce söylediğim özellikle şu 100 adet tarıma dayalı organize sanayi bölgesi. Eğer biz bunu yaparsak, sadece büyük şehirlerin uygun fiyatla ürün elde etmesini, hızlı, taze ve kaliteli ürün elde etmesinin yanı sıra, buralardan elde edilen ürünlerin de 30 milyar dolara yaklaşmış olan tarım ihracatını çok daha ileri ötelere taşıyabilecek bir potansiyeli olduğunu söylüyoruz.

Diğer konular, hani bir ürünün artık ticari bir emtia haline gelmesinden sonraki konularda da Ticaret Bakanlığı’yla birlikte çalışıyoruz. Bizde bir Arz Güvenliği Dairesi var, piyasayı monitör ediyor, başka işi yok. Ticaret Bakanlığı’yla veri alışverişini yapıyoruz. Arkadaşlarımız var, düzenli olarak sadece üretimle alakalı bilgileri vermekle kalmıyor, aynı zamanda piyasadan alınan bütün haberleri birbirimizle paylaşıyoruz. Bunun çok önemini gördük. Bunlardan bir tanesi de zeytinyağıdır açıkçası. Biz normal dinamiklerle hareket etmiş olsaydık belki de ülkemizin kazanabileceğinden çok daha az bir bedeli elde edip çok daha yüksek miktarda ürünü de göndermiş olacaktık, ama şu anda Ticaret Bakanlığımızın koymuş olduğu o dış ticaret tedbiriyle daha katma değerli bir şekilde satmak, markalı bir şekilde satmak cesaretlendiriliyor ve ona doğru yönlendiriliyor.

ÇİFTÇİLERE YAPILAN DESTEKLERİN YASADAKİ YÜZDE 1’E ULAŞAMAMASI

Desteği sadece geçen yıl yaklaşık 50 milyara yaklaştı, 54 milyar civarındaydı. Onunla ölçerseniz, bu söylediğiniz oranın altında kalır. Ama tarımsal destek sadece birebirde verilen destek değil.

2022 yılında Ziraat Bankası’nın sübvansiyonlu kredisi 232 milyardı, Tarım Kredi Kooperatiflerinin sübvansiyonlu kredi toplamı 29 milyardı, 54 milyara yaklaşık da bizim vermiş olduğumuz direkt destek var, bunların hepsini topladığımızda 300 milyarın üzerinde bir rakama ulaşıyoruz. Bütün bunları topladığımızda, bu oranın çok daha üzerinde bir orana geldiğimizi görebilirsiniz. Dolayısıyla bu konu sadece bu bağlamda ele alındığında matematiksel bir hesapta öyle görünüyor, ama o şekilde değil. Yani devletin direkt ve dolaylı destekleri her halükarda bu oranın üzerinde.

TMO’DAN ŞİKAYETLER

85 yıllık tarihinde ilk kez bu dönem aldığı kadar ürünü almadı Toprak Mahsulleri Ofisi. Sadece bir ayda 5,7 milyon ton ürün aldı, geçen yıl toplamında 6 milyon ton almıştı. Sebebi ne? Sebebi, fiyat açılandıktan sonra özellikle bu işin ticaretini yapanlar tarafından bir bekle-gör politikası uygulandı. Alım yapmadığı için bu kesimler, ürünlerin tamamı Toprak Mahsulleri Ofisi’ne geldi birdenbire. Takdir ederseniz ki, bu kadar büyük hacimde bir ürünün aynı anda alınması söz konusu değil, dolayısıyla bunlar bir randevu sistemine bağlandı.

Randevu sistemine ilk başlarda çok yoğun başvurudan dolayı kaldıramadı, onu revize etmek gerekti. Hatta lisanslı depoların boş alanlarını, atıl kapasitelerini Toprak Mahsulleri Ofisi’nin sistemine bağladık, bunlar da yetmedi, eski usul toprak altına depolama sistemi başladı, büyük alanlarda. Onlardan bir tanesini merak edeniniz varsa ben seve seve Toprak Mahsulleri Ofisi’ndeki arkadaşların eşliğinde o depolamanın nasıl yapıldığını size göstermek isterim. İlk başta ben de yadırgamıştım ama, bazen atadan, dededen gelen şeyleri de o kadar da kenara koymamak lazım, hayat kurtarıcı olabiliyor.

Bugün itibarıyla yaklaşık 6,5 milyon tonun üzerinde alımı var ve 4 milyon ton da randevu var. Yani toplamda 10 milyon tonu geçecek Toprak Mahsulleri Ofisi. Dolayısıyla ilk baştaki şikayetler, bu arada Türkiye’de yaklaşık yüzde 80’e yakın hasat tamamlandı, bu şikayetlerin tamamı o ilk baştaki olaylardan kaynaklı. Ve büyük oranda çözüldü, spesifik olanlar varsa o şikayetleri alıp arkadaşlar müdahil oluyorlar.

Son dönemde bütün ticaretin devletle yapılması gibi bir atmosfer oluşmaya başladı. Önce üreticiler devlet buna ne fiyat verecek gözüyle bakıyor.

Ama şunu unutmamak lazım: Devletin regülasyon kurumları vardır, fazla ürünü piyasadan alır, eksik olduğunda da bunları tamamlar. Eğer onu ticaretin içerisinde bir unsur haline getirirseniz o bambaşka bir şeye dönüşür. Kırmızı mercimek ya da diğer ürünlerle ilgili, hububatla ilgili herhangi bir şu anda sorun olan bir husus yok, aksine maliyetlere baktığımızda satış fiyatıyla maliyetlerin arasında üretici aleyhine durumu herhangi bir ürün görmüyoruz. Eğer bu şekilde bir şey varsa zaten nasıl bir müdahale tarzımız olmalı diye hemen onun üzerinde çalışılıyor, ama şu anda o ürünle alakalı herhangi bir problem yok.

BUĞDAY İHRACATI SERBEST Mİ?

Bu sene çok çükür, bereketli bir sezon bütün ürünlerde geçiriyoruz, bunlardan bir tanesi de buğday. Arkadaşlar kesin tahminleri çalışıyorlar ama 22 milyon ton civarında bir ürün hasat edileceğini bekliyoruz. Burada da biraz önce söyledim, sizin ülke olarak bir kullanım havuzunuz var, bu ne demek? Size 100 birim ürün ihtiyaç varsa, gerekiyorsa 100 birim, siz o ihtiyaç havuzuna onu koyuyorsunuz. Eğer 110 birim üretmişseniz 10 birimini de ihraç ediyorsunuz doğal olarak. Buğdayda da özellikle makarnalık buğday, ekmeklik buğday değil. Makarnalık buğdayla alakalı da biz bir fazlalık tespit ettik ve bunun kontrollü bir biçimde ihracıyla alakalı Toprak Mahsulleri Ofisi ve Ticaret Bakanlığı’nın ortaklaşa takip ettiği bir sistemle ihracına izin verildi. Sonsuz bir rakam değil elbette bu, sektörün tamamı bilir.

Burada şöyle beklentiler oluyor: Herhangi bir şekilde ihracat olmasın, çünkü içerideki fiyatları üretici, ihracata gittiği için 10 liraya verecekse 11 lira istiyor. İçerideki bizim alımlarımızın fiyatları yükseliyor. Ama ona öyle bakmamak lazım, eğer ihracat fırsatı varsa bunu değerlendirmek gerekir fazlamız varsa, bu da tam bu bağlamda bir konu, bütün şartları yayınlanmış vaziyette.

Göreve başladığım andan itibaren sektörlerin tamamıyla birebir bir şeffaf iletişim taraftarıyım. Bakanlığa sanayicileri, un sanayiyi olmak üzere sektörlerin tamamını davet ederek biz bu konuları açıklıyoruz zaten kendilerine.

Siz makarna sektörü olarak dahilde işleme rejimi veya un sektörü olarak dahilde işleme rejimi kapsamında yurt dışından ürünü getirip burada da işleyip ihraç da edebilirsiniz. Sanayici doğal olarak iş dünyasının gereği hangisi daha uygun ise kendi business perspektifinden ona doğru yönleniyor. Burada hiç kimsenin endişe etmesini gerektirecek bir şey yok. Biz depolardaki hem özel sektörün, hem de kamunun depolarındaki ürünlerin miktarını biliyoruz, hasattan gelecek olanları da biliyoruz, fazlalığınızı da tespit etmiş vaziyetteyiz, bu fazlalığı sadece ihraç ederek olayı kapatacağız. Makarnalık buğday fazlalığımız 1 milyon tonun altında.

KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE İLİŞKİN SPEKÜLASYONLAR

Şimdi şunu söyleyebilirim: İklim değişikliği sadece kuraklıktan ibaret değil. Yağış rejiminin değişikliğinden tutun da ekilebilir alanların vasıf değişikliğine kadar bir sürü unsuru içerisinde barındırır. Doğal olarak da insanların en temel ihtiyacıdır gıda, bu gıdayı şöyle bir düşünelim: Temin etme ihtimali olmayan, suyla ilgili problemi olan, toprakla ilgili problemi olan, hava şartlarıyla ilgili problemi olan her ülke vatandaşının bunları bulabileceği yere hareket etmesi gayet normal. Yani bunları doğal olarak Türkiye Cumhuriyeti gibi bütün kurumları son derece işlevini yerine getiren, gelecekteki simülasyonları da yapan bir ülke olarak bunun dile getirilmesi gayet normal. Bunu yakın zaman ya da uzak zaman diye ayırmamak gerekir, bu gerçekten büyük bir problem. Bizim yeni normal tanımımızın içerisinde göç de var, jeopolitik riskler de var. Kapımıza geldiği zaman değil şimdiden bununla ilgili tedbirlerimizi almamız gerekir ki o gün geldiğinde biz buna hazır olabilelim. Ben Tarım ve Orman perspektifinden buna hazır olmak durumundayım, diğer sorumlu olan bakanlıklar da o şekilde. Tamamen ona vurgudur, geleceğe hazır olmakla alakalı bir husustur. Bu endişe normal, ama bunun zamanını söylemek mümkün değil.

Dediğim gibi Şubat ayındaki o kuraklık haritasıyla Nisan ve Mayıs’taki birbirinden taban tabana zıt bir resim verdi, bunun yeniden olmayacağını ve devam etmeyeceğini hiç kimse bilemez, bunlara hazır olmak lazım diye bir hatırlatma, bir uyarı, bütün kurumların görevlerini yeniden gözden geçirmeleri için bir talimat olarak nitelendiriyorum.

GIDA ENFLASYONU

‘Kent tarımı’ dediğimiz husus bizim geçen yıl en önemli projelerimizden bir tanesiydi ve o dönemler bizim araştırma dönemlerimizdi. Kentlerin çeperlerinde nereler bunlarla ilgili üretim alanları olabilir hususunda çalışmıştık. Elbette ki var, ama o ölçek İstanbul’un bütün ihtiyacını giderecek, İstanbul özelinde konuşursak İstanbul’un tüm ihtiyacını giderecek bir ölçüde değil, ama olmalı mı? Evet, olmalı. Buralarda da yerler var, sadece Çatalca veya Avrupa tarafı diye düşünmeyelim, aynı zamanda Sakarya-Düzce, o havzayı da düşünelim. Oralarda da çok ciddi bir şekilde tarıma dayalı organize sanayi bölgeleri de oluşuyor, seralar oluşuyor. Bunların üretime geçmesi tabii bir altyapı yatırımı yapmaları gerekir, daha sonra üretimle ilgili alanları oluşturmaları gerekir, ama birebirde geçecek.

Bizi sevindiren en önemli şeylerden bir tanesi de şu oldu: Sadece girişimciler değil aynı zamanda belediyelerin de bunlara sahip çıkması oldu. Ben birçoğunu biliyorum, kendim gittim, gördüklerim de var. İşte diyelim ki Sakarya Belediyesi çok büyük alanlarda üretime başlamış, Sakarya’nın ihtiyacını karşılayacak ölçüde. Yani o ihtiyaçtan sonrası diyelim ki artık diğer illere geçecek, dolayısıyla bu bilincin oluşması, girişimcilerin ilgisinin bu yöne evrilmesi bizim için çok kıymetli.

Şehir çeperi derken sadece dediğim gibi hemen kapısında olarak düşünmemek gerekir, yakın lokasyonlarda şu anda Çanakkale Köprüsü öbür taraftan, bu taraftan İzmir-İstanbul Otoyolu, Osmangazi geçişi çok hızlı bir biçimde bu lojistiğin sağlanmasına sebep oldu.

Bizde de algıda seçicilik olması açısından geçen yıl örnek vermiştik, Kağıthane’de bir otoparkın eksi sekizinci katında hiçbir toprak kullanılmaksızın bir üretimden bahsetmiştik. Bunlar özellikle devam ediyor, bırakılmış değil, ama bunların hani toplamda gereken ihtiyaca cevap vermesi elbette mümkün değil, ama olabilirliğini göstermek, girişimcilerin ilgisini bu tarafa çekmek açısından son derece önemliydi, o yüzden altını çizmiştik bu hususun.

ÜRETİM PLANLAMASI

Ben özellikle tarımsal planlamanın her türlü konuda başat bir unsur olduğunu söyleyerek devam etmek isterim.

Eğer biz tarımsal planlamamızı, toprak şartlarımız, su varlığımız ve iklime göre, bundan sonraki simülasyonu yapılan iklime göre yapmazsak, her ürünü her yerde üretmeye devam edersek bir sorunla karşılaşmamız kaçınılmaz. Tarımın da planlamanın önemi konusunda yıllardır devam eden bir beklenti var zaten, bunu gerçekleştirmek bize nasip olacak diye düşünüyorum.

Suya çok vurgu yapmamın sebebi de hani toprakla ilgili çok fazla ilgi çekici bir şey söyleyemeyeceğim. Netice itibariyle eğer siz kaynaklarınızı, toprak analizlerinizi doğru bir şekilde belirlemişseniz, su varlığınızla alakalı da ihtiyaçlarınızı ve bunu nasıl yöneteceğinizi belirlemişseniz size kalan artık bunun planlamasını yapmak. Çok basit bir arazide küçücük bir kulübe bile yapmak isteseniz 10 yerden izin alıyorsunuz, ama istediğiniz ürünü, istediğiniz yerde, istediğiniz kadar ekiyorsunuz ya da ekmiyorsunuz diye bir durum vardı. İşte bizim ortaya koymamız gereken, her modern ülkede olduğu gibi tarımı planlı bir şekilde yapmak ve kaynaklara göre yapmak.

Eğer sizin su probleminiz varsa ve siz çok su tüketen mısırı orada üretmeye devam ederseniz, bir süre sonra orada başka problemleri de getirmiş olursunuz. Hiçbir şey yapamıyorsanız, su ile alakalı problemi olan o yöreye veya o ile çok büyük yatırımlarla barajlar koyup o suyu oraya getirmek gibi bir gündeminiz olur. Bunun gerekli olduğunu düşünmüyoruz açıkçası, dolayısıyla biz kaynaklara göre planlama –yine altını çizeyim- bizim için önemli, bunların en önemli unsurları da su, toprak ve hava şartları.

BARAJLARDAKİ DOLULUK ORANLARI VE İSTANBUL’UN SU SORUNU

Aktif doluluk oranları Ankara için yüzde 37.8, İstanbul için yüzde 36, İzmir için yüzde 19.9. Bursa için geçen sene bugün yüzde 58 bu yıl bugün yüzde 80. Özellikle Ankara-İstanbul çok konuşuluyor. Bunların geçen yılki rakamlarını da vereyim; Ankara için yüzde 33.4, 2022 doluluk oranı bu, İstanbul için yüzde 64.8, İzmir için de yüzde 24.5. Geçen yıl ile karşılaştırıldığında Ankara’nın hemen hemen aynı olduğunu, ama İstanbul’un yüzde 64,8’ten yüzde 36’ya düştüğünü görebiliyoruz. Bu konu da çok speküle ediliyor, açıkçası biz burada işletmeyle alakalı bir sorun olduğunu düşünüyoruz. Zamanında eğer İstanbul’daki barajlara gerekli aktarımlar yapılmış olsaydı, şu anda bu doluluk oranları sezona çok daha yüksek oranlarda geçmiş olacaktı.

Çok sık yine gündeme gelen konulardan bir tanesi de Melen konusu oluyordu, onu da ifade edeyim: İstanbul’un barajlarına bütün kaynaklardan gelen suları bir kenara bırakalım, İstanbul kullanmış olduğu suyun yüzde 77’sini Melen kaynaklarından elde ediyor, geri kalanını da diğer barajlardan. Dolayısıyla geçtiğimiz dönemde İstanbul’un ihtiyacı olan suya farklı kaynaklardan katkı yapma konusunun olmadığını görüyoruz biz burada. Bir de tahminimiz odur ki bazı maliyetlerden kurtarmak için diyelim işletme düzeninde olması gereken zamanda olması gereken suyun barajlara aktarılmaması sebebiyle İstanbul’daki barajlarda geçen yıla göre 64,8’den yüzde 36’ya düştüğünü görüyoruz. Tamamen işletme konusu, burada ilgili belediyenin bu konuya özen göstermesi gerektiğini söyleyebilirim.

İSTANBUL’DA SU AKTARMA SEZONU GEÇTİ Mİ?

 Suyun en çok kullanıldığı döneme hazırlık yapmanız gereken zamanda siz eğer barajlarınızı doldurmuş olsaydınız, bugün bu oranları daha yüksek görmüş olacaktık. O barajların içerisinden işte o kuraklık görüntülerine de gerek olmamış olacaktı.

İSTANBUL BARAJLARINDA BELEDİYENİN İHMALİ VAR MI?

Devlet Su İşleri, suyu belediyelerin vatandaşlarına ulaştıracağı lokasyona kadar getirir, ondan sonrası belediyelerin kendi işletmelerini nasıl iyi yaptığıyla ilgili çıkan bir performanstır. Biraz önce söyledim, İstanbul’un kullanmış olduğu suyun yüzde 77’si Melen’den geliyor.

2023 yılı başı itibariyle şehre verilen su miktarı 650 milyon metreküp, yuvarlıyorum rakamları. Melen ve Yeşilçay regülatörlerinden yaklaşık 490 milyon metreküplük su çekilmiş. En kurak periyodun olduğu Temmuz-Ağustos döneminde Melen ve Yeşilçay’daki regülatörlerinden günlük çekilen ortalama su miktarı 1 milyon 929 bin olmuş ama kullanım 3 milyon 379 bin metreküp. Yani İstanbul’un su kullanım miktarı belli, bu regülatörlerden çekilen su miktarı belli, aradaki farkı ben bir daha tekrar edeyim. Temmuz-Ağustos döneminde son bir aylık günlük ortalama kullanılan su miktarı 3 milyon 379 bin metreküp iken, Melen ve Yeşilçay regülatörlerinden günlük çekilen ortalama su miktarı 1 milyon 929 bin olmuş. dolayısıyla siz oraya aktarmanız gereken rakamı aktarmayıp sürekli havuzunuzdan harcadığınızda işte şu anda ekranlarımıza yansıyan görüntüler meydana geliyor.

Bu tamamen işletme olayıdır, onu söyleyeyim. Burada bizim tahminimiz, enerjiyle alakalı giderleri kısma adına zaman zaman bu regülatörlerden aktarılan suyunu durdurulduğu yönünde. Hem su tüketimi arttı, hem geçmiş yıllardan daha az yağış geldi, hem de çekilebilecek maksimum bu regülatörlerden su çekilmediğinde ortaya bu görüntü çıkıyor maalesef.

TAYVAN’A GÖNDERİLEN YUMURTALAR

Tayvan’la alakalı biz hemen o gün incelemesini başlattık, sadece yumurta firmalarından, yumurta üreticilerinden almadık, daha sonra bunu kanatlı grubuna yem üreten firmalara kaydırdık. Aslında burada bahsi konu olan ürünün 15 yıldır Türkiye’de yasaklı olması söz konusu. Bu sene ilk 6 ayda bu konuda 970 numune alınmış, onların arasında bu konu yoktu. Böyle bir şey çıkınca biz incelememizi 200 fabrikadan yem firmalarına kaydırdık. Devam ediyor araştırmalarımız, sonuç çıkınca sizlerle paylaşacağız.

DEPREMİN TARIMA ETKİSİ

Depremin ürün rekoltesine öyle majör bir etkisi olmadı. Bu bizim saha çalışmalarımızdan sonraki sonuçlarımız. Sadece telef olan hayvanlarla alakalı bir husus vardı ama o da toplamda o bölgenin tamamını etkileyecek düzeyde değildi. Hatta onların kayıplarıyla alakalı birebirde hangi hayvanını kaybettiyse ya da kovanını kaybettiyse ya da benzeri hususlar, onların birebir de verilmesi söz konusuydu. Örneğin küçükbaş hayvanlarla alakalı yaklaşık 66 bin adetlik bir şey söz konusuydu. Hani toplamın içerisinde yaklaşık 60 milyona yakın varlığın içerisinde 60 binin çok büyük bir önemi yok. Dolayısıyla bizim ürün veya gıda arzımıza etki edecek bir durumu olmadı depremin. Yalnız şöyle bir husus var: Bundan sonrası için yeniden deprem bölgelerinden farklı illere gidenlerin tekrar geri dönmesi ve üretime bu yıldan itibaren devam etmesiyle alakalı durumu tespit ediyoruz, etmeye çalışıyoruz. Şu an için geri dönüşler tarım kesimi için çok yüksek oranlarda, dolayısıyla bu bizi sevindiriyor açıkçası.

 Bundan sonrası için de sadece orada tarımsal üretimin olmasıyla ilgili ortaya çıkabilecek herhangi bir komplikasyon olacak mı tarımsal üretim iştahı açısından ona bakıyoruz, ama şu anda bize ulaşan bizim tespitimiz, sorun olmayacağı yönünde.

TÜRKİYE’NİN YURT DIŞINDA TARIMSAL ÜRETİM GİRİŞİMLERİ

Türkiye’nin müteahhitlerinin yurt dışında yapmış olduğu ticari faaliyetler gibi aynı zamanda tarımsal faaliyetlerin de cesaretlendirilmesi bağlamında devlet olarak bu yönde ilk Sudan’dan başlatılan Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü’nün de içinde olduğu bir yapıyla bunun olmasına çalışıldı. Ancak Sudan’daki bazı istikrarsız durumlar bunları akamete uğrattı.

Ancak bizim girişimcilerimiz çok muhteşem, kendilerine eğer siz yeterli imkânı verirseniz ya da yolu açarsanız, bir kere yolu açmanız yeterli, kendileri o izden devam ediyorlar. Sudan’da da üretim yapan, ben birebir de kendisiyle görüşüyorum, Urfalı bir girişimcimiz var. Orada Nil’in kenarında üretim yapmaya devam ediyor Sudanlı ortaklarıyla.

Dolayısıyla biz bu projeyi şuna evirdik: Yaklaşık 12 ülke için ülke masaları kurduk, bu ülke masalarınım o ülkenin tarımsal üretimiyle ilgili bütün detaylara hakim olmak şeklinde dizayn ettik, bugün itibariyle herhangi bir ülkede, özellikle de bu 12 ülke başta olmak üzere üretimle alakalı niyeti olan girişimcilerin bizimle beraber o ülkenin bütün dinamiklerini incelemesi, daha sonra da orada eğer açılması gereken kapılar varsa yine bizim ikili ilişkilerimizde onlar için alan açma yönünde girişimlerimiz devam ediyor. Oralarda üretilip Türkiye’ye gelen ürün yok, onu da bahsedeyim, ama önemli olan şu: Bizim girişimcilerimiz sadece Türkiye’de değil dünyanın dört bir tarafında tarımsal üretimle ilgili yüksek kabiliyetler elde ettiği takdirde bunun bizim ülkemize de pozitif yansıyacağı açıkçası aşikâr. Biz bu yönüyle bunu cesaretlendiriyoruz, destekliyoruz girişimcilerimizi.

TARIM MASASI KURULAN ÜLKELER

Azerbaycan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Cezayir, Moritanya, Venezuela, Çad, Kazakistan, Macaristan, Gürcistan ve Pakistan. Bunların hepsinin seçilmesinin dediğim gibi hem ilişkiler bağlamında söyleyebilirim, hem de bu ülkelerin bizden özellikle tarım teknolojileri, üretim biçimleri, üretim metotlarıyla ilgili ciddi talepleri de var. Biz her ikisini de birleştirerek girişimcilerimizin buralarda üretim kabiliyeti kazanmasını istiyoruz.

KÖYE GERİ DÖNÜŞ

Tarımsal üretimi sadece köy başlığının altına indirgemek aslıda şu anda yaşadığımız problemlerin bence temel kaynağı. Üretici bazlı gitmek gerekir. Tarımın içerisinde üretim yapan ve bütün optimumlara bakan, teknolojiyi yakından takip eden gençlerin ve hanımefendilerin sayısının arttırılması gerekir, böyle bakalım. Çünkü köye geri dönüş dediğinizde, onun içerisinde sosyal olay da giriyor, yani üretimden bağımsız bir şey olmuş gibi oluyor.

Bir de köyde üretim yapmak işte sadece 500 metrekare, bin metrekare bir alanda bir şeyler üretmeye indirgeniyor, halbuki Türkiye’de bizim yaklaşık 130 milyon ton tarımsal üretimimiz var, yani bu onlarla tanımlanamayacak kadar önemli ve hayati bir unsur.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
TÜRKİYE GÜNDEMİ
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
ÇOK OKUNAN HABERLER