Esad karşıtı grupların 27 Kasım’da başlattıkları operasyon, İdilb’in dışından Helep kırsalına doğru rejimin ve YPG’nin kontrolündeki haritayı günler içinde değiştirdi. Elbette bu yeni karşı operasyon fikir ayrılıklarına rağmen HTŞ ve SMO arasındaki planlı ve koordineli bir ittifak olarak medyaya yansıdı.
TÜRKİYE İÇİN STRATEJİK TEHDİT DURUMUNDA OLAN TEL RIFAT VE MÜNBİÇ'İN BAĞLANTISI KESİLDİ
Söz konusu yeni haritanın istikameti; güneyde Halep, Serakib’i içine alacak şekilde Hama’ya ; kuzeyde ise Tel Rıfat’ı içine alarak taarruz yönünü Münbiç’e yöneldi. Stratejik öneme sahip Halep uluslararası havaalanı ve Minniğ havaalanının yanı sıra pek çok ekipman ve askeri donanım muhaliflerin eline geçti. Türkiye için stratejik tehdit durumunda olan Tel Rıfat ve Münbiç’in bağlantısı kesildi.
Özellikle Suriye iç savaşının erken dönemlerinden sonra şekillenen Afrin-Ayn-el Arab-Kamışlı terör koridorunun sözde özerklik ilanıyla ve bilakis ABD’nin SDG yapısıyla meşru göstermeye çalıştığı PYD ve silahlı terör uzantısı YPG’nin birleşik kanton statüsü, Türkiye’nin BM’nin 51. Madesine dayandırdığı meşru savunma hakkı ve sahaya gösterdiği reaksiyon neticesinde Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtlarıyla başarılı bir güvenlikçi statüye dönüştü.
Elbette muhaliflerin Halep operasyonu bağlamında yaşanan son gelişmeler, Suriye ile 900 km sınıra sahip Türkiye’nin dış politikasından bağımsız düşünülmemelidir. Esad rejiminin Suriye iç savaşı sırasındaki hukuksuz ve barbar tutumu, her şeyden önce hâkim olamadığı harp sahasına ilişkin YPG ve Haşdi Şabi gibi paramiliter yapıları egemen olmadığı alanlara ikmal etmesiyle gelişti. İç savaşın erken dönemlerinde Esad rejimi, BM’ce tanınan ve tanımlanan Suriye’nin 3/1’ni zor kontrol ederken; Rus hava desteği ve bölgedeki Şii vekillerle 3/2’lik bir kısmını ancak kontrol edebildi. Suriye, yeni dünya düzeninde Aleksandr Dugin’in “90’larda Pentagon, ağ savaşları (Networkwarfare) yürütmek için sistemler geliştirdi.” ifadesinden hareketle vekalet savaşlarının yürütüldüğü ve yönetildiği bir strateji alanına dönüştü. Bilakis Suriye vekalet savaşlarının satranç tahtası oldu.
TÜRKİYE'NİN SÜREÇ İÇİNDEKİ MOTİVASYONU YPG'NİN FIRAT'IN BATISINA GEÇMEMESİ ÜZEİRNE KURGULANMIŞTI
Türkiye’nin söz konusu süreç içindeki motivasyonu, mutlak ve tavizsiz şekilde güneyinde bir terör oluşumuna izin vermemek üzerine ve ne suretle olursa olsun YPG terör örgütünün Fırat’ın batısına geçmemesi üzerine kurgulanmıştı. Dolayısıyla muhaliflerin 27 Kasım operasyonu, Tel Rıfat’tan sonra YPG terör örgütünün Suriye’de kontrol ettiği alana ilişkin yeni bir konjonktür ortaya çıkaracaktır. Bu konjonktür artık YPG/PKK terör örgütünün Suriye’nin iç bölgelerine çekilerek varlığını sürdürmeyi düşünmesini de imkânsız kılacaktır. Çünkü muhaliflerin organize ve otonom taarruz kabiliyeti, hava desteği olmayan rejim için bile ciddi sorunken; YPG/PKK terör örgütünün rejimin ve emperyal müttefiklerinin doğrudan lojistiği olmadan sahada tutunması mümkün görünmüyor. Böyle bir çerçevede Türkiye’nin milli güvenlik önceliğinin Suriye’nin kuzeyindeki YPG/PKK uzantılarına konsantre olması, zaten sınırlarının ötesine rahatlıkla özel ve derin operasyon yapabilme kabiliyeti olan Türkiye için daha emniyetli bir saha ortamı sağlayacaktır.
Bugün gelinen noktada Esad rejiminin rejim karşıtı muhalifler karşısında yaşadığı lokal yenilgi, kendi hegomonik iktidarını bir devlet yapısı olarak sürdürmekte zorlanan rejimin farklı tehditlerle de yüzleşmeye devam edeceğini gösteriyor. Muhaliflerin Halep operasyonuyla birlikte Esad yönetiminin bir taraftan İsrail rejimiyle sınırda yaşadığı stres ve süreklilik gösteren hava saldırına uğraması; diğer yandan İsrail-Hizbullah savaşının hassas cephe hattındaki gelişmeler, kuzey ve güney arasında sıkışan Esad’ın alternatifsiz şekilde Rusya’nın Doğu Akdeniz politikalarına üs olamaya devam edeceğine işaret ediyor.
1 Mayıs 2015’te temelleri atılan Astana Süreci ve devamında oluşan Gerginliği Azaltma Bölgeleri’ndeki son beş yıla ait nisbî çatışmazlık ortamından sonra gündemdeki İsrail rejiminin bölgeyi terörize ve işgal girişimin sonucu olan Hamas-İsrail ve Hizbullah-İsrail savaşı, aşağı yukarı Rus lojistik desteği ve vekiller yoluyla ayakta duran Esad rejiminin egemenlik alanını daha da daraltmıştır. Bu bağlamda muhaliflerin anayasal hak ve bağımsızlık için yaptığı mücadelenin Halep hattında sınırlı kalmayarak Şam’a dayanması öngörülebilir bir strateji olup, Astana inisiyatifini, İdlib’de hava saldırılarıyla ihlal eden rejimin aynı diplomatik formasyonu yeniden uluslararası toplumdan talep etmesini imkânsız kılacaktır.
Elbette yaşanan gelişmeler ekseninde Türkiye’nin Suriye’nin toprak bütünlüğüne olan saygısıyla paramiliter terör yapılarına topraklarını terk etmiş bir Esad rejimini birbirine karıştırmamak gerekir. Türkiye’nin ulusal güvenlik kaygılarının her seferinde Suriye ve Irak’ın kuzeyinde yuvalanmış terör odaklarından kaynaklanması; bundan sonraki süreçte tam bağımsız ve egemen dış politikasının vereceği reaksiyonun sonuçlarıyla yakından ilgili olacaktır.
Kaynak: HABER7.COM