SON DAKİKA HABERİ: Kanal 7 Ankara Temsilcisi Mehmet Acet’in hazırlayıp sunduğu Başkent Kulisi siyaset dünyasındaki önemli gelişmeleri ekrana taşımaya devam ediyor. Başkent Kulisi programının bu haftaki konuğu TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş oldu.
İstanbul'daki Meclis Çalışma Ofisi'nde konuşan Kurtulmuş, "Suriye'de olup bitenler Türkiye için ne ifade ediyor? Baas rejiminin çökmesi bölge dengelerini nasıl etkiliyor? Suriye'deki gelişmeler terörsüz Türkiye hedefini destekler mi? Yeni anayasa fikri yeniden rafa mı kalktı? Siyasi partiler yeni anayasa için neden bir araya gelemiyor?" sorularını yanıtladı.
Kurtulmuş'un açıklamalarından öne çıkan başlıklar şöyle:
"MUHALİFLERİN CİDDİ BİR HAZIRLIĞI OLDU"
Şimdi tabii biz işin gördüğümüz kısmı çok hızlı oldu ama çok hızlı mı oldu derseniz, 61 yıllık bir Bağız rejiminden bahsediyoruz.
Yani halktaki tepkiler bakımından artık bu kadar büyük bir birikmenin belli bir noktaya geldiği ve patladığı bir döneme girilmişti. Ve öyle görünüyor ki şimdi bu Sednaya Hapishanesi, diğer meseleler ortaya çıktıkça bizim bildiğimizden çok daha yoğun bir baskının yapıldığı, büyük bir zulmün yaşandığı, hemen hemen Suriye'deki neredeyse her ailenin bu zulümden üstüne payını aldığı, her toplum kesimine, farklı toplum kesimine, Türklere, Türkmenlere, Araplara, Kürtlere, Dürzilere, herkese büyük bir baskı uygulandı ve bunun sonucu dayanılmaz bir noktaya işin geldiği çok aşikar. Dolayısıyla çok çabuk olduğu kısmını biraz tefsir etmekte fayda var.
Yani 61 yıl sürdü. Böylesine büyük bir zulüm ve özellikle 2011'in yazından itibaren başlayan sokak gösterilerle birlikte başlayan zulmün maksimum noktaya çıktığı bir 13 yıllık bir süre gerçekleşmiş oldu. Bir kere zaten Suriye'nin özgürleşmesinden sonra ortaya koyulan bu gösterileri halkın memnuniyetini gördükten sonra demek ki bıçak kemiğe dayandığının çok ötesine geçmiş ve bıçak kemiğe de zarar vermiş.
"BİRDEN BİRE OLMUŞ BİR ŞEY DEĞİL"
Dolayısıyla gelişmenin sonuçlarını hızlı gördük belki ama öyle birdenbire olmuş bir şey değil. Yılların birikimi içerisinde gerçekleşmiş olan bir şey. Bu sefer şu belli ki muhalif tarafın çok ciddi bir hazırlığı olmuş.
Öncesinde bu hazırlıklar gerçekleşmiş. Önce muhalif gruplar arasındaki koordinasyonun sağlanması. Arkasından bölgede etkin olan ülkelerin, Rusya'nın, İran'ın bir tek kurşun bile atmadan sahadan çekilmelerinin temin edilmesi, Amerika Birleşik Devletleri'nin her ne kadar ilgilenmiyoruz demesine rağmen ilgilenemediği bir ortamın ortaya çıkması ve çok hızlı sahadaki operasyonu, şehirlerin ele geçirilmesini, Çok hızlı bir şekilde gerçekleştirdiler.
Ama öyle anlaşılıyor ki hazırlık dönemi de uzun ve dikkatli bir süreç olarak gelişmiş. Hem grupların koordinasyonu hem de diğer ülkelerin bu işin içerisine girmemesi müdahil olmaması konusunda Türkiye bir yaptı. Hiç şüphesiz Türkiye bunların hepsini Türkiye'nin yaptığını söylemek doğru olmaz.
ERDOĞAN'IN ESED'E ÇAĞRISI
Ama tabii rejimin çürüdüğü, çöktüğü yani bir hazırlık yapılıyor ama bunun tespiti de sanıyorum yapılmış ve bir zamanlama olarak da ona ne dersiniz? Şimdi tabii burada son süreçte hatırlarsanız Sayın Cumhurbaşkanımızın Esed'a gelin bu işi konuşalım, görüşelim. Yani zaten bu 2013'lerde falan da gündeme gelmiş olan bir konuydu. Yani Esed rejimi kendisini olağanüstü güçlü olduğuna hükmetti ve kendisi dışındaki aktörlerin de yeterince gücü olmadığını zannetti.
Eğer özellikle Türkiye'nin komşu olarak samimiyetle dile getirmiş olduğu bir müzakere süreciyle belki bir geçiş dönemiyle Suriye'de barışın sağlanması mümkün olsaydı hem bu kadar çok kan dökülmeyecek hem de Esed'ın akıbeti bu kadar hazin olmayacaktı belki. Ama sonuçta yani derler ya zalim korkar. Yani korktukça da aklın dışında hareket eder, mantığın dışında hareket eder.
Böyle bir noktaya geldi. Türkiye samimiyetle son anda bile yeniden Suriye ile birlikte ortak nasıl Suriye halkının geleceği için, özgür bir Suriye'nin oluşması için nasıl iş birliği yapılabilir bu anlamda elini uzattı. Ama maalesef bunu Esed anlayamadı.
Dolayısıyla kimsenin Türkiye'ye dönüp de yani bir suçlama konusu etmesi de gelinen noktada mümkün değil herhalde öyle mi oluyor? Haklı meşru bir zemine de oturmuş oluyor. Mümkün değil. Türkiye'nin hem devlet olarak yapmış olduğu şeyler hem de halk olarak yapmış olduğu destekler var.
Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir millet, milyonlarca insanın kardeşimiz, dostumuz, kültürel olarak çok müşterek noktamız olan bir halktan bahsediyoruz. Ama ne olursa olsun sınır kapılarında öyle günler oldu ki on binlerce Suriyeli'nin Türkiye'ye giriş yaptığı günler oldu. Meselâ Kilis gibi, Gaziantep gibi şehirlerimiz kilisin nüfusundan daha fazla Suriyeli kilise geldi.
"MİLLETİMİZDEN ALLAH RAZI OLSUN"
Gaziantep'te 400-500 bin Suriyelinin olduğu dönemler oldu. Yani hiçbir millet bu kadar büyük bir göçmen akımına göğüs geremezdi. Milletimizden Allah razı olsun.
Yarım bardak suyu varsa yarısını Suriyeli kardeşleriyle paylaştı. Ekmeği varsa dilimini böldü, somununu böldü, onlarla paylaştı. Bazı faşist odakların niye bu kadar çok Suriyelilere ev sahipliği yapıyoruz diye aleyhte propagandalarına rağmen bu millet hiçbir şekilde bunlara prim vermedi.
Evet yeri geldi, hakikaten dediğim gibi nüfus baskısı zor bir noktaya getirdi. Halkın tahammül sınırlarına işi yaklaştırdı. Ama hiçbir zaman bizim kültürümüzde ırkçılık olmadığı için, bizim kültürümüzde yolda kalmışa, mağdura, mazluma, düşküne el uzatmak olduğu için halkımız fevkalade büyük bir insanlık sınavı verdi.
Bunun altını çizmek isterim. Batı ülkelerinde 3-5 bin göçmen geldiği zaman ne yapacağını bilemeyen bir halkla karşılaşıyoruz. Mesela Ukrayna krizi dolayısıyla Batı Avrupa ülkelerinin bir kısmına Ukraynalı göçmenler gittiğinde İlk zamanlarda böyle büyük bir coşkuyla karşıladılar ama ondan sonra baktılar ki bunu batı toplumunun kabul edecek toplumsal bir zemini yok.
Bizde öyle olmadı. 4 milyona yaklaşan bir kitleyi Suriyeli kitleyi vatanımız milletimizin her köşesinde insanlarımız bunlara sahip çıktı. Zaman zaman çok büyük eleştirilere rağmen Sayın Cumhurbaşkanımız seçim kampanyalarında siyaseten aleyhine olabilme ihtimaline rağmen, hayır dedi biz ensarız, bize yardım elini uzatın diye elini uzatanlara karşı biz de yardım elimizi uzatmak zorundayız dedi.
Ayrıca milletin göstermiş olduğu bu halicenaplığı, kadirşinaslığı, yardımseverliğinin yanında devlet kurumlarda zaman içerisinde daha da profesyonelleşerek Daha da kurumsal kapasitelerini artırarak Türkiye'ye gelen Suriyeli göçmenlerin buradaki sorunlarının çözülebilmesi için seferber oldu. Yani özetle devlet ve millet olarak insani sorumluluğumuzu yerine getirdik, vicdani sorumluluğumuzu yerine getirdik. Hele hele komşuluk ve Müslüman kardeşliği üzerinden söylenebilecek her şeyin maksimum noktada gösterildiği yaklaşık 11 yıllık, 12 yıllık süre geçirmiş olduk.
Bu anlamda milletimizi tebrik etmek lazım, takdir etmek lazım. Zaten Suriye'nin özgürleşmesinden sonra hem Türkiye'deki yönetimin, Erdoğan yönetiminin hem de milletimizin göstermiş olduğu bu büyük fedakarlık dolayısıyla artık basıda da takdirler ve tebrikler gelmeye başladı. Yani bunu zaten başka bir ülke yapamazdı. Türkiye bu anlamda güçlü bir ülke olduğunu, bu bölgede söz sahibi olan bir ülke olduğunu gösterdi. ve Suriyelilere kapılarını açtı diye övgüler şimdi çok daha rahat ve net bir şekilde ortaya çıkmaya başladı. Peki. Şimdi efendim bu konuda bir iki soru ayrıca soracağım yine. Yani Türkiye'deki Suriyelilerin geri dönüşü hususu ve bundan sonrası Suriye'nin geleceği ile alakalı ama önce şunu da bir sormak istiyorum size. Çünkü çok derin bir devlet tecrübesine sahipsiniz.
"TÜRKİYE'NİN GÜCÜNÜ DE İHMAL ETMEMEK LAZIM"
Şunu çok açık ortaya koymak lazım. Bazı ülkelerin gücünü fazla abartmamak, Türkiye'nin gücünü de ihmal etmemek lazım. Bunu söylerken de asla rasyonel olmayan, irrasyonel bir haleti rüya içerisinde davranalım demiyorum. Ama Türkiye bu coğrafyanın en önemli, en asli unsurlarından birisidir ve bu coğrafyanın her köşesinde ecdadın ayak izleri vardır.
Diyelim ki Amerika Birleşik Devletleri'nden bahsediyoruz. Amerika Birleşik Devletleri için Orta Doğu coğrafyası 10 bin kilometre ötedeki bir yerdir. Bizim için ise her kasabasını, neredeyse her köyünde izlerimiz olan, orada gönül bağlarımız olan, insanlarla müşterekliklerimizin olduğu bir coğrafyadır. Şimdi şu temel tespit yapmamız lazım ve bunu da günlük politikanın dışında değerlendirmek lazım. Bazı ülkelerin Orta Doğu politikalarıyla Türkiye'nin bu bölge politikaları arasında temelde bir farklılık vardır. Bazı ülkelerin Orta Doğu politikası böl, parçala, yönet tezi üzerine oturmaktadır.
Yani daha fazla böl, daha fazla ufala, daha fazla inisiyatifsiz hale getir ve çok kolay bir şekilde yönet. Dolayısıyla bazı ülkeler için bu bölgedeki en önemli milli çıkarlarını gerçekleştirecek şey daha fazla bölünmedir. Bizim için ise Türkiye için ise bu bölgedeki milli menfaatlerimiz daha fazla birleşme, bütünleşme, entegrasyon ve iş birliğinden geçmektedir. Biz bu coğrafyanın bölünmesini değil bütünleşmesini, evet sınırlar onun için diyoruz ki en başından itibaren Türkiye ve Suriye'nin toprak bütünlüğü bizim için en önemli önceliktir. Buranın bir bütün olarak sınırları korunmuş bir Suriye olarak devam etmesi lazım. Özgür ve demokratik bir Suriye olarak devam etmesi lazım.
Bizim milli menfaatimiz bundan yanadır. Türk'ün, Kürt'ün, Arap'ın, Acem'in, Sünni'nin, Alevi'nin, Şii'nin bölünmesi, parçalanması değil. Hatta gayrimüslim unsurlarıyla birlikte barış içerisinde yaşadığı bir coğrafiyi biz öngörüyoruz.
"İSRAİL'İN BÖLME PLANLARI"
Ve bunu da sadece bir masal olarak anlatmıyoruz, bir hedef olarak anlatmıyoruz. Asırlar boyunca bu coğrafyada, ta çok geniş coğrafyada, Balkanlardan başlayarak Kudüs'e, Masada çöllerine kadar olan o büyük coğrafyada insanların burunları kanamadan, hiçbir kimse etnik ve dini aidiyeti dolayısıyla ötekileştirilmeden, herkesin aynı şemsiye altında yaşadığı bir adalet düzenini, faks otomata kurmuş olan bir müktesebatla konuşuyoruz. Yani biz Halep derken, Hama derken, Humus derken, Kudüs derken bir hikayeden bahsetmiyoruz. Efendim bir hayalden bir ütopyadan bahsetmiyoruz. Geçmişte var olmuş yaşanmış bir gerçekliğin bugün de yaşanabileceğini söyleyerek bunlara yöneliyoruz. Dolayısıyla bunu görmek lazım. Evet İsrail'in bu bölge ülkelerini daha fazla bölme planları olabilir. Evet Amerika Birleşik Devletleri'nin bu bölgeyi daha fazla istikrarsızlaştırma planları olabilir. Başka ülkelerin olabilir.
Ama sonuç itibariyle bir de bu bölge halkları var. Bu bölge halkları kültür itibariyle, birikim itibariyle, tarih itibariyle başkalarına ait değil, bu coğrafyaya aittir. Onun için bu bölgenin kültürel zenginliklerini ortaya çıkarmak ve bunların üzerinden iş birliğini yapmak lazım. Bir de ayrıca şunu söylemek gerekir ki, bir asır evvel Osmanlı Cihan Devleti dağılıp parçalandığında, o günün emperyalistleri Sykes–Picot üzerinden böl parçala yönet tezlerini ortaya koyduğunda, Ortaya bir sürü devlet çıktı. Bir asır geçti üstünden. Şimdi Orta Doğu halkları şunu değerlendiriyor.
Yani bu anlamda bölünmenin sonu yok. Yani kabileler düzeyinde, mikromilyetçilikler düzeyinde bölünmeyi bile teşvik eden bazı görüşler olabilir. Hatta bazı destekler de olabilir. Bunun için biz diyoruz ki, burada herkesin, bütün toplum kesimlerinin, bu bölgenin asli unsuru olan halkların bir arada yaşama iradesini ortaya koyması lazım. Onun için de Suriye gelecekle ilgili çok önemli bir laboratuvar olacak. Bunun da altını çizmek isterim. Şimdiye kadar gayet iyi görünüyor. Muhalefelerin yaptıkları, söyledikleri, şehirlerde ortaya koydukları. Yani insanlar hepsi ellerine kovalar, temizlik malzemelerini alıyorlar, sokakları yıkıyorlar, süpürüyorlar.
Arasında Arap var, Kürt var, Türk var, Türkmen var. Farklı dinlerden, mezheplerden insanlar var. Yani bir müşterek hayalin de artık var olduğunu gösteriyor.
Bu anlamda burada bizim ilk günden beri söylediğimiz Suriye'nin toprak bütünlüğü, ondan sonra burada bütün toplum kesimlerinin hepsinin adil bir şekilde temsil edildiği, kendilerini var olduğu hissettikleri bir kapsayıcı sistemin kurulması, ayrıştırıcı değil kapsayıcı bir sistemin kurulması ve çok kısa bir süre içerisinde bu sürecin hızlı bir şekilde tamamlanarak ama ayakları yere basan bir süratle tamamlanarak burada demokratik bir Suriye'nin inşası için adımların atılması şarttır. Ben de yeni Suriye ile alakalı yeni bir başlık açmak istiyordum. Siz giriş yapmış oldunuz.
Yetkili vakamlar biz dahil olmadık diye açıklamalar yaptı ama batıda herkes Türkiye bu işin içinde diye yorumlar çıktı gazetelerde. Tam bu tartışmalar devam ederken bir anda MİT Başkanı İbrahim Kalın Emevi Camii'nden bir görüntü verdi. Artı işte bu şimdi harekatı yapan gruplardan biri olan HTC'nin lideri Golani ile bir şanturu yaptıkları kamuoyuna yansıdı. Bunu siz nasıl değerlendirdiniz? Görünce yani bir bayrak gösterme eğilimi midir bu Türkiye adına? Türkiye bayrağını dün 12 yıl aradan sonra Büyükelçilik'te Türk bayrağını ortaya koyarak zaten göstermiş oldu. Ama onun da önemlisi zaten bu 12-13 yıllık süre içerisinde Suriye'nin hemen hemen her bölgesinde halkın Türkiye'ye duyduğu büyük bir sevgi, büyük bir muhabbet söz konusu. Bu hem de ayrımı gözetmeksizin herkesin ortaya koyduğu sevgi. Bu aslında Türkiye'nin büyük gücü burası.
Yani bu milyarlarca dolarla satın alınamayacak bir şey. Bu büyük askeri güçlerle yapılamayacak bir şey. Bu gönülden gönüle halkın tarihsel bağlarını da kullanarak ve demin ifade etmeye çalıştığım gibi Türkiye'nin bu süreçte devlet ve millet olarak gösterdiği bu yardımseverlik dolayısıyla Suriye halkının içten içe ve derinden duyduğu bir sempati. Şimdi bu aslında zaten Suriye halkıyla Türkiye'yi bağlayan en önemli unsur budur. Bu anlamda da tabi ki devlet kurumları bundan sonraki süreçte Suriye'nin demokratik bir şekilde inşası noktasında ben ona demokratik rehberlik diyorum. Demokratik rehberliğini yapabilecek biri kime sahiptir.
Suriye'nin de Türkiye'nin böylesine önemli bir yol göstericiliğini kabul edeceğini ve ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla burada MİT Başkanımızın gidip orada namaz kılmış olması önemlidir. En az onun kadar önemli olan bir hususta gösterilerin birçok yerinde insanların, Suriyelilerin kendi kendilerine Türk bayrağını açmış olmalarıdır. Bu gönül bağını açık gösteren bir şeydir. Türkiye tabii ki bundan sonraki Suriye'deki, bundan önce olduğu gibi, bundan sonra da her gelişmeyi yakinen takip edecektir. Ve burada ifade ettiğim gibi Türkiye'nin milli menfaatlerini koruyacak, yani Suriye'nin toprak bütünlüğünü temin edecek adımdan atılmasını temin etmek.
Bir Türkiye modeli, bir İslam dünyasında da AK Parti'nin temsil ettiği bir düşünce biçimi olmuştur. Demin kapsayıcılık, adil temsil gibi ifadeler, toprak bütünlüğü, ifadeler kullandınız. Nasıl bir model olacak? Esasenin şu an herkesin, bütün dünyanın kilitlendiği husus burası. Bir taraftan tabii yani işte mesela HTŞ'nin kendisini lavme edecek yani Birleşmiş Milletler'in terör listesinde olan bir örgüt olarak geldi. 2018'de Türkiye'de de aynı şekilde bu karara uydu. Şimdi bundan sonrası ile alakalı olarak efendim yani Hem uluslararası camiada yeni Suriye nasıl bir pozisyon olacak ve model olarak da nasıl bir Suriye modeli görmeyi arzu edersiniz? Şimdi önce çok daha geniş bir şey söyleyeyim.
Fas'tan Endonezya'ya kadar geniş İslam coğrafyasındaki neredeyse bütün siyasi hareketleri gayet iyi, avucumuzun içi gibi biliyoruz. İki uç noktada bu hareketlerin temerküz ettiğini ve onun için de başarılı olamadığını, onun için birçok ülkede iç türbülansların ortaya çıktığını görüyoruz. Nedir? Bir kısmı, milletin değerleriyle, medeniyetiyle, İslam kültürüyle, İslam medeniyetinin birikimiyle hiç ilgisi olmayan, tepeden inmece, yukarıdan, Jacoben dediğimiz, işte Bağıs rejimi de aslında öyle bir şeydir. Sadece burada değil, Mısır'da ve diğer yerlerdeki... Azınlığın çoğunluğa tahakkümü. Doğal olarak Jacoben bir tavrı, tarzı benimsediğiniz için illa bu mezhepsel ya da etnik bir azınlık olması gerekmiyor.
Fikri bir azınlığın çoğunluğa tahakküm ettiği bir takım örnekler. Onlarca örnek var İslam dünyasında. Dolayısıyla halktan koptular. Rejimlerini tuttuklarını zannetseler de en güçlü olduğunu zannettikleri noktalarda bile halkla kendileri arasında bir gönül köprüsü oluşmadı. Diğer tarafta da ve daha çok İslami değerlerden, Müslümanlık, medeniyet değerlerinden uzak bir anlayış sergilenmeye çalışıldı. Diğer tarafta da adında çokça İslam olan, Ama demokrasi tecrübesini dikkate almayan bir takım siyasi hareketler gelişti.
El-Kaide gibi vesaire onların türevleri gibi Afrika'da şu anda var olan Eşşebak gibi bir takım onlarca örneğini gördüğümüz siyasi oluşumlar ortaya çıktı. Şimdi bunların ikisinin dışında İslami değerlerle, medeniyet değerlerimizle, kültüler değerlerimizle demokrasiyi iç içe geçirebilmiş, bunları birlikte uygulamayı başarmış ve burada siyaseten de başarılı sonuçlar elde etmiş olan örnek bir ülke olarak Türkiye duruyor. Diyebiliriz ki 1946 seçimlerinden 50 seçimlerinden bu yana devam eden süreç aslında bu ikisini birleştirme mücadelesidir.
Milletin değerleriyle efendim medeniyetimizle kültürümüzle demokratik değerleri mecliseden ve bedeli çok iyi ödenmiş bir demokrasiye sahibiz. Darbelerle kesilmiş, başbakanı idam edilmiş, başbakanları iktidardan uzaklaştırılmış, 15 Temmuz'da da Recep Tayyip Erdoğan'a karşı bir darbe teşebbüsü yapılmaya çalışılmış ama milletin ferasetiyle bedeli ödenerek, ağır bedeller ödenerek gerçekleştirilmiş, kuvvetli, tahkim edilmiş bir demokrasiye sahibiz. Aynı zamanda da artık çok şükür özellikle giderek daha fazla daha iyi bir noktaya gelen devlet-millet kaynaşmasını da sağlayan bizim kültürel medeniyet değerlerimizle demokrasinin edilmesi, bütünleştirilmesi.
Ümidimiz odur ki Türkiye'nin aslında model dediniz ya ben bu model kavramını... İyi ki demişim, çok iyi bir açılım yaptınız. Ben model kavramını tutmam. Doğru bir laf olarak görmem. Her ülkenin çünkü kendi özgün yapısı vardır. Ama o özgün yapı içerisinde Türkiye'nin ilham vereceği en önemli hususun burası olduğu kanaatindeyim.
Yani demokrasiyle medeniyet değerleri birleşiyor. İlham kaynağı ifadesi olarak Türkiye'nin etki edebileceğini düşünüyorum. Dolayısıyla bu süreçte Bizim Suriye'den beklentimiz, ümit ederiz ki, öyle olmasını temenni ederiz, kuvvetli bir demokrasinin yani çoğulculuğu sağlayan, farklı fikirlerin temsil edilmesine müsaade eden, şimdiye kadar gösterdikleri ilk yaklaşımlar bunun ipuçlarını veriyor. Ama bunları da kurumsallaştırarak, bunları da kökleştirerek ama değerlerimizden, İslami değerlerimizden, Suriye'nin medeniyet değerlerinden, kültürel değerlerinden asla onları kenara bırakmaksızın Bunları birleştirerek, bütünleştirerek kuvvetli bir takım Müslüman ülkelerin temel sonunu olan kuvvetli demokrasileri Müslümanlık düşüncesi içerisinde tahkim edebilecek, kuvvetlendirebilecek bir örneği Suriye ortaya koyabilsin.
Demokrasi açığı bulunan, birlikte barış içinde yaşama kültüründe zafiyetler bulunan geniş coğrafyamıza da gerçekten çok ciddi bir ilham kaynağı olarak ortaya çıkar. Bir Suriye modeli diyeceğim ben yine ama oradan kendine özgü.
Ama bu çok önemli bir husus. Şu an Türkiye dışında yok mu hiç İslam dünyası? Var tecrübeler var ama bir kutuplaşma olduğu için ya bir tarafta İslam'ı savunanlar ya bir tarafta İslami değerlerden uzak kendilerince yönetimler kurmaya çalışanlar. Artık bu devrin geride kalması gerektiğini, eğer dünyayı hele hele küreselleştiğimiz bu dünyada küresel sorunlara karşı evrensel çözümler üretebilmek için böylesine önemli bir demokratik kazanımı sağlamamız lazım.
Demokrasi tecrübesinden bahsediyorum. Bizim Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ilk açılışında böyle bir şey vardı. Benim meclisteki odamda da var. Ve şavirhum fil emr ve emruhum şura beynuhum. Yani işlerinizi danışarak, istişare ederek, birlikte karar alarak yürüyün.
Yani demokrasi aslında esas itibariyle bizim kültürümüze, bizim medeniyetimize de hiç uzak olmayan, tam tersine birlikte hareket etmenin sürekli tavsiye edildiği, telkin edildiği bir kültüre sahibiz. Şimdi Cumhuriyet'in ilk kuruluşunda da bu bayrağı ortaya koymuşuz. Ve o zaman Türkiye şartları içerisinde demokrasi de bilinen bir şey değildi. Ama bu kültürü ciddi bir şekilde kullanarak geliştirdik. Zaman içerisinde tek parti dönemi geride kalmış, o dönemdeki uygulamalar geride kalmış ve milletimiz çok güçlü şekilde demokrasiyi benimsemiştir. Hele rahmetli Menderes'le birlikte başlayan süreçte de.
Hem demokrasiyi hem İslam kültürünü birlikte yakınlaştırmaya çalışılmıştır. Ve yıllar içerisinde büyük mesafe alınmıştır. Suriye'nin sosyolojisi de biraz sanki buna müsait mi? Yani bu anlamda hem demokrasiyi arzu eden hem de belli değerlere sahip bunların korunmasını arzu eden.
Müsaitten ziyade Suriye'nin sosyolojisi böyle bir yaklaşımı zorunlu kılıyor. Hem müsait ama onun ötesinde, çeşitlilik içerisinde. Hadi önceki dönemleri silelim ama 2011'de eğer Suriye'de olaylar başladığında demokratik temsil gücü yüksek bir sistem kurulabilseydi, Yani herkesin için içerisinde olduğu, yönetimin içerisinde olduğu, temsil edildiği bir sistem olsaydı Allah aşkına 8 milyon insan evlerini terk etmek zorunda kalır mıydı? 1 milyonun üstünde insan öldürülür, şehit edilir miydi? Yani bu süreç kendi dinden bir dönüşüm.
Şimdi çok ağır bir bedel. İnsanlık tarihinin en ağır ödenmiş bedeliyle birlikte bu noktaya geldi. Ümit ederiz, tavsiye ederiz ki bundan sonra belli yanlışlıklara, geçmiş dönemde yapılan yanlışlıklara düşünmeden ve oradan çıkarılan derslerle birlikte herkesin eşit ve özgür yurttaşları olduğu bir Suriye'nin inşa edilmesi mümkün olsun. Biz ne yapacağız Türkiye olarak katkımız, etkimiz yeni Suriye inşa edilirken? Yani biz nasıl Suriyeli kardeşlerimiz göç etmek zorunda kaldıklarında yardım elini uzattıysak Suriye'de Rejim değiştikten sonra, muhalifler şehirleri ele geçirdikten sonra, yeni rejimin kurulması, yeni sistemin kurulması ile ilgili çabaları ortaya koyduğundan sonra yine Türkiye olarak aynı şeyi yapacağız. Elimizi uzatacağız. Buyurun birlikte hep beraber ayağa kalkalım diyerek ne gerekiyorsa onlara her türlü desteği vermeye gayret edeceğiz.
"KALMAK İSTEYENLERE DE BAŞIMIZIN ÜSTÜNDE YERİ VARDIR"
Bir de tabii yani Türkiye'de doğanlar, ana dili Türkçe olanlar, şimdi onlar, bilemiyorum herkes gidecek mi ama bir artış şimdiden gözüküyor. Bir esasen şunu da tabii Almanya'da tartışıyor mesela, herkes gitmeli mi gitmemeli mi, Alman şansölyesi herkes gitmemeli diye bazı açıklamalar da yapıyorlar. Hem bu manada yani herkes gitmeli mi, Yoksa bazılarını tutmalı mıyız Türkiye olarak? Bir de bir hani dil çok önemli bir hazinedir değil mi? Yani birçok ana dili Türkçe, sonradan Türkçeyi burada öğrenenler şimdi oraya gidecekler, orada iş kuracaklar, iş güç sahibi olacaklar. O bir hani bunu bir fırsata dönüştürme imkanı nasıl olabilir? Yani şüphesiz yani her alanda çok da iyi eğitim alan Suriyeliler var, özellikle gençlerden. Yani buraya diyelim 10 yaşlarında gelen ya da işte yeni doğup buraya gelen çocuklar liselerini okudular, bitirdiler. Üniversiteleri okudular, bitirdiler. Burada iş kuranlar oldu. Oradaki çok iyi kalifiye elemanlar burada geldiler, burada çalıştılar. Dolayısıyla bunların hepsi hem Türkiye'yi seviyor hem de dediğiniz gibi Türkçe konuşuyor. Türkiye'nin Suriye'nin birçok yerinde bundan sonra birebir temsilcisi olan çok büyük bir kitle olacak. Türkiye nasıl ilk anda o Esed'in bombalarından, işkencelerinden, baskılarından, zulmünden kaçanlara kapılarını açık kapı politikasıyla sürdürdüyse bundan sonra da tavrı bellidir. Biz Suriyelilerin güvenli, gönüllü bir şekilde geri dönüşlerini temin etmek için her türlü desteği onlara veririz. Ama burada kalmak isteyenlere de başımızın üstünde yeri vardır. Bunu Sayın Cumhurbaşkanımızın ilk anda açıklamış olması da aynen açık kapı politikasında ilk anda gösterilen tavır gibi önemlidir. kalmak isteyen burada başımızın üstünde yer var ama zaten görüyorsunuz insanlar belirsizlik ortamında dönüyorlar evleri yerinde mi değil mi bilmiyorlar akrabaları kaldı mı kalmadı mı bilmiyorlar ama sonuçta bülbülü altın kafese koymuşlar illa vatanım illa vatanım ve bu insanlar vatana dönmek için kendi vatanlarına dönmek için yollara düştüler bile esas gönüllü dönüş şimdi şartları müsait hale geldi güvenin oluşması yeni sistemi kurulmasıyla birlikte ilk beklenti tekrar ülkelerine dönecekler için tam manasıyla bir güvenlik ortamının temin edilmesidir.
Şimdiye kadar çok şükür gayet iyi görünüyor ve böyle kökleşerek devam etmesini isteriz. Ama dediğim gibi benim de kanaatim, daha yıllar evvel de söylüyorduk, şartlar ne kadar iyi olursa olsun bir miktar Suriyeli kardeşimiz zaten burada kalacak. Yani işin doğası, tabiatı gereği budur ama çok büyük bir çoğunluğunun ülkelerindeki şartlar iyileştikçe oraya güvenli bir şekilde, gönüllü bir şekilde döneceklerini zannediyoruz.
RUSYA VE İRAN GERİ DÖNER Mİ?
Biraz mecbur kaldılar ve çok çaresizce geri çekildiler sanki. Acaba bilenip bir şekilde, özellikle İran açısından böyle şeyler duyuyoruz. Yeniden Suriye'ye dönüş yollarını arar mı?
Şimdi yani Rusya'nın Suriye'de bulunmasının temel amacı yani Orta Doğu'da bir sürü ülke var. Bir sürü ülkenin burada havaalanları üstleri var. Bir sürü ülkenin askeri varlığı var. Ve tabi kendisine de yatkın ve yakın bir rejim olarak Esed rejimi Rusya'nın Suriye'ye gelmesini ve orada kalıcı bir takım unsurlar oluşturmasını arzu ediyor.
Esed olmadığına göre ve bundan sonraki süreçte orada Rusya'yı davet edecek hiçbir yönetim olmayacağına göre bunu beklemeyiz. Böyle bir şey olacağını tahmin etmiyorum. En önemli koz oydu değil mi? Devlet davet ediyor diye Ruslar kullanıyordu onu. İran'ı buraya davet eden temel şey ise maalesef mezhepçilik. Yani yeni yönetim, ümit ederiz ki bir mezhepçi politika izlemeyeceği için, izlememesi gerektiğini bildiği için ortaya mezhep üzerinden siyasi bir tartışmanın çıkmayacağı bir Suriye oluşacağına inanıyoruz.
Dolayısıyla bu da İran'ın herhangi bir şekilde müdahale etmesini gerektiren bir zemini ortada bırakmayacak. Fiilen Rusya'nın da, İran'ın da Suriye'ye müdahale etmesinin imkanı, mazereti diyelim ortada olmayacağı için ben tekrar geri dönüşlerinin olmayacağı kanaatindeyim.