Yerel yönetimlerin kendi örgüt yapısını belirlemesi ve özellikle yurt dışı yardımlardan yararlanabilmesinin önündeki tüm bariyeri kaldırmak, bir kesime yardımların aktığı, güçlü ve kendi kadro yapısı ile yardım gelen yerlere entegre olmuş 'yerel yönetimler' demektir.
Seçim sürecinde, vaatlerin, kamuoyu ile somut şekilde paylaşmaya başlamasıyla "siyasi konular" tüm gündemimizi baskın biçimde belirler hale geldi. Sanırım seçime kadar "alternatif gündem" bile siyasetten nasibini alacak.
Pek tabi "demokrasi şöleni" seçimlere giderken bu normal ve hatta gerekli. Hele bizim gibi siyasetle ilgili toplumlarda bu daha yoğun seyreder. Son günlerin konusu "Avrupa Özerklik Şartı". Bu Şart kentlerin yönetimi ve yerel yönetimlerin "yönetme biçimini" tayin etmek noktasında önemli bir metin.
Bu konuda sağlıklı bir düşünce ortaya koymak, söylenenlerin nelere işaret ettiğini anlamak için konuya ilişkin birtakım temel hususları bilmek, Ülkemizdeki sürecinin nasıl seyrettiğine bakmak gerekir. Bu yazımızda özerklik ve Avrupa Özerklik Şartı bağlamında bir değerlendirme sunmak istiyoruz.
Özerklik nedir?
Özerklik yani "otonomi"; "bir topluluğun, bir kuruluşun kendi kendini, oluşturduğu yasalara göre, özgürce yönetme hakkı ve durumu" olarak tanımlanmaktadır. Bu durum merkezi bir idarenin varlığını reddedebileceği gibi "bağlantısız" olmayı da öngörebilir.
Ama her halde özerkliğin olduğu yerde merkezi idare ile özerk yapı arasında bir hiyerarşik ilişki olmayacaktır. Bu kavram bir yapının, topluluğun, bölgenin "kendi kendini yönetme" ve "kendi geleceğini belirleme" kavramları ile bağlantılıdır. Yani bir yerde özerlikten bahsediliyorsa nihayetinde bir çerçeveye tabi biçimde "self determination" veya "self government" durumunu da öngörüyor demektir.
Özerklik temelde üç türde ortaya çıkar. Bunlar mali, idari ve siyasi özerkliktir. Mali özerklik, yapıların bütçesinin ayrı olması, ayrı mal varlığına ve gelir elde edebilme kabiliyetine haiz olması demektir. Böylece kurum kendi gelir ve giderini oluşturup harcamalarını, gider kalemlerini kendisi belirlemekte; öncelikleri kendisi tasnif edebilmektedir.
Bu devletten bağımsız olmak anlamı taşımaz fakat belirli bir yasal çerçeve içinde mali açıdan "kendi kendine" hareket edebilmek demektir.
İdari ve siyasi özerklik
İdari özerklik ise bir yapının "kendi kendini yönetmesi" demektir.
Bilindiği üzere Devlet tüzel kişiliği tektir. Yani tüm bakanlıklar Devlet adına yönetim görevini yürütür. Ancak idari özerk olan kurum veya yapı görevleri yönünden bu ana yapıdan ayrılır.
Böylece idari olarak özerk olan yapı "klasik anlamdaki" iktidar ve idari mercilerin "emir ve talimatları" dışında icra edebilecektir.
Bir yapının kendi kendini yönetmesi idari ve mali özerkliktir. Ancak bu yapı kendi kaderini belirleyebiliyorsa burada artık siyasi özerklik doğar. Yani siyasi olarak özerk olan yapılar mali ve idari konuların dışında geleceğe dair kendini konumlama ve nerede yer alacaklarına dair birtakım belirlemeler yapma hakkına da haizdirler.
Bu kavram bağımsızlık anlamına gelmemekle beraber bir adım sonrasında "bağımsızlaşma kartını" açabilme kabiliyetine de işaret eder. Ama "her siyasi özerk yapı bulunduğu devletten bağımsız hareket edebilir" demek mümkün değildir.
Bu kavramın dünyada farklı faklı uygulamaları bulunur. Üniter bir devlet içindeki yapılar, elinde görece kanun veya benzeri kural koyma yetkisi olan bölge yönetimleri, kendi yargılama kurumları olan topluluklar birer siyasi özerklik örneğidir.
Finlandiya'nın Aland Adaları, Danimarka'nın Faroe Adaları, İspanya'da Bask özerklik dereceleri bulunan yerledir.
Şartın içeriği
Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı (nam-ı diğer Mahalli İdareler Avrupa Antlaşması) 1985'te ortaya çıktı ülkemizde ise 1991 yılında yürürlüğe girdi. Bu konu görüleceği gibi yeni bir konu değildir.
Şart'ın temel gerekçesi şöyledir: Merkezi otoriteden yerel yönetimlerin özerkliğinin teminatı olmak... Bunun için temel fonksiyon olarak "yerel ve bölgesel demokrasilerdeki gelişmeleri denetlemek ve güçlendirmek" ifadesinin benimsemiştir.
Bunun için bir izleme ve denetleme mekanizması da öngörür. Böylece yereldeki unsurların yönetiminin güçlendirilmesi ve merkezi otoriteye karşı desteklenmesini hedefler.
Ve ortaya "hiyerarşik bağdan arınma", "mali konularda özerk olma", "kendini idare etmek", "merkezi otoritenin sınırlı müdahalesi" gibi kavramları koyar.
Hatta Şartın giriş bölümünde şu ifadeler vardır: "...Değişik Avrupa ülkelerinde özerk yerel yönetimlerin korunması ve güçlendirilmesinin demokratik ilkelere ve idarede ademi merkeziyetçiliğe dayanan bir Avrupa oluşturulmasında önemli bir katkı sağlayacağını düşünerek...
Bunun demokratik bir şekilde oluşan karar organlarına ve sorumlulukları bakımından, bu sorumlulukların kullanılmasındaki olanak ve yöntemler bakımından ve bu sorumlulukların karşılanması için gerekli kaynaklar bakımından geniş bir özerkliğe sahip yerel makamların varlığını gerektirdiğini teyid ederek..." taraflar bu antlaşmayı imza ederler
Çekinceler
Birçok ülkenin çekince koyduğu veya uygulamasını geciktirdiği bir metin olan bu Şart'a dönük ülkemizin ortaya koyduğu çekincelerin temelinde muğlaklık meselesi yatmaktadır.
Bilineceği üzere, (burada madde madde vererek anlatımı zorlaştırmak istemiyoruz) "yerel yönetimlere, kendilerini doğrudan doğruya ilgilendiren konularla ilgili planlama ve karar alma süreçleri içinde, olabildiği ölçüde, uygun bir zamanda ve biçimde danışılması konusu", "yerel yönetimlerin yönetsel örgüt yapılarının kendilerince belirlenmesi", "mali kaynakların aktarımı konusunda görüş alınması", "mali kaynak aktarımlarının yerel yönetimlerin kendi politikalarına ket vurmayacak biçimde olması" , "yerel yönetimlerin, kendilerine iç tüzük de tanınmış olan yetkileri serbestçe kullanabilmeleri ve özerk yerinden yönetim ilkesini koruyabilmeleri için yargı yollarına başvuru hakkının tanınması" "uluslararası yapılara entegrasyon" yönlerinde çekince konulmuştur. Bilindiği üzere bu konularda gerek Büyükşehir Belediye sisteminde yapılan değişiklikler ile gerekse diğer yasal reformlarla çekincelerin birçoğu ya esnetilmiş ya da kaldırılmıştır.
Geriye ne kaldı?
Çekincelerin tabii ki tümü kaldırılmamıştır. Bunlar içinde "yerel yönetimlerin seçimle gelen görevlilerinin görevden alınması", "yerel yönetimlerin kendi örgüt yapısını tayin etmek" konularındaki çekinceleri devam etmekte.
Bunun güncel iki karşılığı bulunuyor. Bunlardan ilki kayyum meselesi ikincisi ise kadro yapısını belirlemede tamamen bağımsız olma.
Her ikisi de içerdiği muğlaklık ve Türkiye için ifade ettiği anlam için belirli düzeyde risk içeriyor. Yukarda değindiğimiz üzere yerel özerklik anlamında "devletin öngördüğü" marj yani risk telakki etmeyip yasal bir teminata kavuşturduğu durumlara ek olarak bu anlamda Şart'ın tümünü cari kılmak,
Türkiye'nin kayyum meselesinde ve kadro tayini noktasında (ve buna doğal olarak bütçe konusunda) aldığı eleştirilere ek olarak Konsey nezdinde birtakım üst düzey sorunlarla karşılaşmasına da sebep olabilecektir.
İtiraz noktası!
Burada bahsedilen iki temel itiraz gerekçesi şudur: Birincisi Türkiye'de kayyum meselesi yerel yönetimlerin "teröre finansman aktarması" ile bağlantılı bir süreçtir.
Burada yargılama sonucunu beklemek pek tabii normal olandır. Ancak durumun vahameti ve ülkenin durumu, konuyu bir olağan üstü durum saymaktadır. Bu ise temelde "Şart'a aykırı" yorumlarını beraberinde getirebilecek düzeydedir.
Yerel yönetimlerin kendi örgüt yapısını belirlemesi ve özellikle yurt dışı yardımlardan yararlanabilmesinin önündeki tüm bariyeri kaldırmak ülkenin bir kesime yardımların aktığı güçlü ve kendi kadro yapısı ile yardım gelen yerlere entegre olmuş "yerel yönetimler" demektir.
Burada niyet iyi olsa bile akıbetin ne olacağı belirsizdir. Devletler, belirsiz gördüğü kuralları uygulamak istemezler. Bu egemenlik hakkı ile ilgili bir mevzuudur. Yazımızı 12. Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül'ün 2014 yılında benzer tartışmalar yapıldığı vakit paylaştığı görüşler ile bitirelim: "Avrupa Yerel Yönetim Şartı'na şerh koymuştuk, fiilen uygulamıyoruz.
Yerel yönetimlere daha çok çeşitli yetkiler verme açısından bunların ötesine gitmek doğru değildir. İki ayrı millet, iki ayrı yapı var gibi göstermek herkese zarardır. Memleketin her tarafı hepimizin, herkesin eşit hakkı vardır.
Bu anlayış içinde olmamız gerekir..." Yani çekinceleri kaldırmanın ne anlama geldiğini iyi anlamak, durumu "basite" almamak ve nihayet çekincelerin bir gecede kaldırılmasının sonrasında nelere "hukuki zemin" hazırlayabileceğini iyi tartmak gerekir.
Son bir hatırlatma: Çekincelerin kaldırılması Cumhurbaşkanı tarafından yapılacak bir işlemdir...!
Her tercih bir vazgeçiştir...