Suriye de BAAS diktasının düşüşünden sonra Suriye ve bölgesel değişen denklemler ve yeni gerçeklik üzerine;
Suriye’de 2011 yılında başlayan iç savaş ve çatışmalar Şam’ın silahlı muhalifler tarafından kontrolü ile yeni bir döneme girdi.Suriye için mücadele aslında şimdi başlıyor. Suriye'deki iktidar değişimi sadece ülke içi dinamikleri değil ülke dışında da hangi dönüşümlere yol açacaktır. Suriye bölünür mü? Türkiye, Filistin , işgalci gayri meşru İsrail, Irak, Lübnan, Rusya ve İran açısından neler değişecek? Zamanla cevaplanacak çok soru var.
Suriye’de BAAS rejiminin son bulması, yalnızca ülke içindeki dengeleri değil, Orta Doğu’nun genelinde de önemli bir değişim sürecini başlattı. Diplomaside artık yeni gerçeklik var. Bu gelişme, Türkiye dahil bölge ülkelerinin dış politikalarını, ittifaklarını ve güvenlik stratejilerini etkiledi. Güvenlik pozisyonlarının yeniden şekillendiğini görüyoruz. BAAS rejiminin yıkılmasının ardından, Suriye’nin iç dinamiklerinde ve bölgesel ilişkilerde yeni ŞAM hükümeti olan ilişkiler mercek altına alınıyor.
ABD’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından Middle East Institute’ün (Orta Doğu Enstitüsü) bölge uzmanları da, bu potansiyel dönüşümün Suriye’nin geleceğini ve bölgedeki büyük güçlerin stratejik duruşlarını nasıl etkileyeceği konusunda farklı görüşler dile getirdi. Analizlerden bölümler aktarıyoruz:
SURİYE’DE BALAYI NE ZAMAN BİTECEK?
Charles Lister, kıdemli araştırmacı, Suriye ve Terörizm & Aşırılıkla Mücadele Programları Direktörü
“Nihayet Suriyeliler Esad rejimi yönetiminden kurtuldu. 54 yıl sonra, Hafız’ın ve ardından Beşar’ın korku üzerine inşa ettiği demir pençe eridi ve rejimin kontrolü kuzeyde ve ardından güneyde dağılırken tünelin ucunda bir ışık parıltısı belirdi. Çöküşün gerçekleşme hızı, rejimin içeriden ne kadar çürüdüğü, güvenlik aygıtının ne kadar parçalandığı ve 14 yıllık yıpratıcı çatışma, insani ve ekonomik çöküş nedeniyle önceden var olan sadakat bağlarının ne kadar yıprandığı hakkında çok şey söylüyordu.
Bu şaşırtıcı gelişmenin henüz ilk günlerinde Suriye, kayda değer bir toplumsal birlikteliğe tanıklık ediyor. Lazkiye ve Tartus’taki dinler arası diyaloglardan önde gelen isyancı grup Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) ile Hristiyan, İsmaili, Kürt ve Alevi kurumlar arasındaki yerel uzlaşma anlaşmalarına kadar, Suriye’nin Esad’dan aniden kurtulmasının yarattığı coşku, birkaç hafta önce hayal bile edilemeyecek bir tür dayanışmaya dönüşüyor.
Ancak bu Suriye için bir balayı dönemi. Geçiş sürecinin nasıl gerçekleşeceği ve nasıl bir şekil alacağının belirlenmesi büyük bir zorluk olarak önümüzde duruyor. Uluslararası toplum Doha’da sonraki adımları görüşmek üzere bir araya geldi. Tüm aktörler, terörist olarak tanımlanmasına rağmen HTŞ’nin masada bir koltuğa ihtiyaç duyacağını kabul etmiş görünüyor ve çoğu şimdi grupla proaktif bir şekilde iletişim kuruyor. Birleşmiş Milletler, bir geçiş dönemi yönetim organının kurulması ve özgür ve adil seçimler için koşulların yaratılması dahil, atılacak adımları belirlemek için Cenevre’de bir toplantıya ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor.
Dışarıdan müzakere edilen bu süreç, Şam’da halihazırda devam etmekte olan hızlı “geçiş” süreciyle tam bir tezat oluşturuyor. Tamamen HTŞ ve onun Kurtuluş Hükümeti’nin kontrolü altındaki bir süreçte iktidar Esad rejiminden bir geçiş organına devrediliyor.
Şimdilik, uluslararası toplumun BM öncülüğündeki planları ile Suriye içinde halihazırda devam eden HTŞ öncülüğündeki geçiş süreci arasında bir bağlantı yok. Hatta birbirleriyle doğrudan çelişki içinde hareket ediyorlar. Suriye içinde BM’ye ve uluslararası topluma yönelik derin güvensizlik ve eleştiriler göz önüne alındığında bu sürpriz olmamalı. Ancak iç güçler ile dış aktörler arasında böylesine keskin bir fikir alışverişi eksikliği, Suriye’deki olayların herhangi bir düzeyde uluslararası tanınması için kötü bir işaret. HTŞ’nin Şam’da hızlı ve tek taraflı bir geçiş uygulaması, iç muhalefeti ve potansiyel olarak iç çatışmayı tetikleme riski taşıyor. Önümüzde zor günler var.”
Orta Doğu’nun jeopolitik dengesi daha da altüst oldu
Paul Salem, Uluslararası Katılım Başkan Yardımcısı
“Beşar Esad’ın geçen yıl 7 Ekim’den bu yana yaşanan bir dizi şaşırtıcı olayın ardından düşmesi, Orta Doğu’daki jeopolitik dengeleri daha da altüst etti. Suriyeliler açısından onun devrilmesi, modern zamanların en acımasız rejimlerinden birinden uzun zamandır beklenen kurtuluş anlamına geliyor. Şimdi yapılması gereken, istikrarlı ve olumlu bir geçiş süreci inşa etmek ve diğer Arap ülkelerinin bir diktatörü devirdikten sonra içine düştükleri kaosa sürüklenmekten kaçınmaktır.
İRAN BOZGUNU FIRSATA ÇEVİRECEK Mİ?
Bölgesel olarak bu durum, Lübnan’da Hizbullah’ın başının kesilmesi ve çökertilmesinden sonra İran’a vurulan bir başka güçlü darbe oldu. Suriye’deki Esad rejimi 1980’lerden beri İran’ın müttefikiydi ve Lübnanlı militan grubun inşasında ve sürdürülmesinde gerekli bir köprü ve ortaktı. Esad’ın düşmesiyle birlikte İran sadece Suriye’deki stratejik varlığını kaybetmekle kalmayacak, aynı zamanda komşu Lübnan’da ağır silahlarla donatılmış bir vekilini ayakta tutma kabiliyetini de kaybedecek.
İran’ın bu son kayıpla nasıl başa çıkacağı yakından izlenecek. Tahran, Irak ve Yemen’de milisleri destekleme yönündeki başarısız stratejisini iki katına çıkarabilir. Tahran aynı zamanda bölgesel güçlerle ve yeni seçilen Başkan Donald Trump yönetimiyle müzakere de dahil olmak üzere yeni bir yaklaşıma açık olduğunun sinyallerini veriyor. Körfez ülkeleri ve Türkiye de İran’ı bu yönde ikna etmeye çalışıyor.
ŞAM’IN KİLİDİ TÜRKİYE’NİN ELİNDE
Devrime öncülük eden Heyet Tahrir el-Şam’ın (HTŞ) ana destekçisi ve zafer kazanan isyancılar ve muhalif gruplar üzerinde en fazla etkiye sahip olan Türkiye bu gelişmenin bölgesel kazananı. Suriyelilerin başarılı bir geçiş dönemi geçirmelerine yardımcı olmak için bölgesel ve uluslararası çabalarda Ankara ile temas kurmak kilit önem taşıyacaktır.
LÜBNAN İÇİN TOPARLANMA FIRSATI
Esad rejiminin çöküşü Lübnan’ın üzerindeki uzun ve karanlık gölgeyi kaldırıyor. Beşar’ın babası Hafız Esad’ın Suriye’si 1976’da Lübnan’a asker göndermiş ve 1990’da sona eren iç savaşın küllerinden doğan yozlaşmış ve milislerden oluşan düzenin İran ile birlikte mühendisliğini yapmıştı. Bu sonucun kalıcı etkileri o zamandan beri ülkeyi aşağı çekiyor. Menfur Esad rejiminin tahakkümü ve bunun mümkün kıldığı ezici İran etkisi olmaksızın Lübnan’ın egemenliğini geri alma ve daha iyi bir yönetişim ve ekonomik iyileşmeye doğru bir yol inşa etme şansı var.
IRAK’TA İRAN YANLILARINA BASKI ARTACAK
Irak ise önümüzdeki aylarda en güçlü siyasi meydan okumayla karşı karşıya kalabilir. Bağdat’taki Tahran dostu hükümet, İran’ın başka yerlerdeki kayıplarını telafi etmenin bir yolu olarak Irak içindeki nüfuzunu arttırmaya yönelik olası girişimleriyle mücadele etmek zorunda kalacaktır. Ancak İran’ın etkisinden zaten rahatsız olan bazı Iraklı siyasi parti ve hareketler, Suriye ve Lübnan’da olduğu gibi ulusal bağımsızlık ve egemenliklerini geri kazanmak için bu fırsatı değerlendirmek isteyebilirler.
ÜÇ ÜLKE SIĞINMACILARI DÖNÜŞÜNÜ DÖRT GÖZLE BEKLİYOR
Türkiye’nin yanı sıra Lübnan ve Ürdün de ülkelerindeki milyonlarca Suriyeli mültecinin kurtarılmış vatanlarına dönme fırsatını dört gözle bekliyor.
Körfez liderlerinin çoğu ve onların Ürdün ve Mısır’daki müttefikleri, Esad’ın kalıcı olduğunu düşünerek ve rejiminin Arap Birliği’ne yeniden katılması için kırmızı halı sererek yanlış yaptılar. Ancak Esad’a karşı duydukları hayal kırıklığı yüksek düzeydeydi ve onun gidişiyle gözyaşı dökmeyecekler. Başarılı bir geçiş sürecinin sağlanmasında kilit oyuncular ve Suriye’nin ve ekonomisinin yeniden inşasında önemli ortaklar olacaklardır.
ARAP LİDERLERDE “BAHAR KORKUSU” HORTLAYABİLİR
Siyasi düzeyde, Esad’ın kendi halkının elinden düşmesi tüm bölgede yankı uyandıracak ve diğer Orta Doğu hükümetlerinin Arap Baharı olaylarından duydukları endişeyi yeniden canlandıracaktır. Ancak bu korku muhtemelen en güçlü şekilde Tahran’da hissedilecektir. Esad’ın son on yıldaki Suriye ayaklanmasına İran destekli acımasız tepkisi, İran’ın kendi ülkesindeki herhangi bir muhalefetle nasıl başa çıkacağına model oldu. Bu taktik Suriye’de bir süreliğine işe yaramış gibi göründü. Ancak geçtiğimiz hafta yaşananlar bunun tam tersini gösterdi: Büyük çaplı bir ayaklanmaya verilen acımasız bir yanıt geçici olarak akıntıyı durdurabilirken, rejimi herhangi bir meşruiyetten yoksun bırakacaktır. Bu da siyasi uzlaşma ya da uzlaşı olmadan tek yönlü baskının aslında işe yaramadığını gösteriyor.”
İRAN’IN İÇ VE DIŞ EKSENİ RİSK ALTINDA
Fatemeh Aman, kıdemli araştırmacı
“Suriye’de Beşar Esad rejiminin kısa süre önce çökmesi, İran için önemli ve beklenmedik bir gelişmeye işaret ediyor. 2021’de Taliban’ın Kabil’i hızla ele geçirmesine benzer bir sürpriz oldu. Şam’ın HTŞ’nin eline geçmesinden sadece birkaç gün önce İran, kritik kaynaklarını korumak için aralarında üst düzey askerî danışmanlar ve Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) mensuplarının da bulunduğu kilit varlıklarını ve personelini tahliye etmeye başladı.
DİRENİŞ EKSENİ’NİN ÇÖKÜŞÜ PAHALIYA MAL OLACAK
İran, “direnmenin bedelinin uzlaşmanın bedelinden daha az olduğunu” düşünen Esad’ın sadık bir müttefiki olmuştur. Tahran, Suriye iç savaşı boyunca Şam’a önemli ölçüde askerî ve mali destek sağladı. Esad hükümetinin aniden düşmesi İran’ın sadece Levant bölgesindeki stratejik dayanaklarını sarsmakla kalmıyor, aynı zamanda Orta Doğu’nun genelindeki nüfuzunu da zora sokuyor. Bu noktada İran için Suriye’nin siyasi geleceğinin şekillendirilmesinde rol almak, hasım bir hükümetin kurulmasını engellemek ve bölgedeki stratejik nüfuzunu belli bir düzeyde koruyabilmek için hayati önem taşıyor. Zira Suriye’yi kaybetmek sadece Direniş Ekseni’ni bozmakla kalmaz, aynı zamanda İran’ın bölgedeki güç projeksiyonu kabiliyetini de zayıflatır. İran’ın sahadaki vekillerinin yokluğunda, ortaya çıkan güç boşluğunun Türkiye veya Suudi Arabistan tarafından doldurulması muhtemeldir ve bu da İran’ı odağını başka yerlerdeki çıkarlarını savunmaya yönlendirmeye zorlayabilir.
İRANLI MUHALİFLERİN ELİ ARTIK DAHA GÜÇLÜ
İçeride ise İran rejiminin meşruiyeti, 2022 sonu-2023 başında Mahsa Emini protestolarını şiddetle bastırmasıyla ciddi şekilde zarar gördü. Aynı zamanda, İran’ın Suriye’de ve başka yerlerde yaptığı ve pek çok İranlının maliyetli bir yanlış hesaplama olarak gördüğü geniş ve büyük yatırımlar, ihmal edilen ekonomik meseleler konusunda halkın eleştirilerini ve siyasi muhalefeti yoğunlaştırdı.
Ülkelerinin Suriye ve Libya’dakine benzer bir iç savaşa doğru yol alabileceği korkusu, bazılarını ne pahasına olursa olsun rejim değişikliğini savunmaktan alıkoydu. Suriye’nin yeni bir iç savaşa sürüklenerek daha fazla yıkıma yol açması bu endişeleri haklı çıkarabilir. Ancak Suriye intikam duygusundan arınmış, kapsayıcı ve istikrarlı bir hükümet kurmayı başarırsa bu İranlılara ilham verebilir.”
TÜRKİYE AVANTAJLI AMA SURİYE BİR GERGİNLİK NEDENİ OLMAYI SÜRDÜRECEK
Prof. Dr. Meliha Benli Altunışık
“Suriye’de ayaklanmanın başladığı 2011 yılından bu yana muhalif güçleri desteklemeye devam eden tek aktör olan Türkiye, yeni Suriye’de kendisini avantajlı bir konumda görebilir. Nitekim Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Türkiye’nin dün olduğu gibi bugün de tarihin doğru tarafında olduğunu” söyledi. Türkiye’de, ülkedeki yaklaşık 4 milyon Suriyelinin en azından bir kısmının artık evlerine döneceği yönünde bir beklenti de var.
Ancak Suriye’deki durum Türkiye için zorluklar yaratmaya devam edecek. Yıllarca savaşın yaşandığı bir ülkede başarılı ve düzenli bir geçiş sürecini yönetmek kolay olmayacaktır. Türkiye ayrıca YPG’nin bu gelişmelere nasıl tepki vereceği konusunda da endişeli. Bu nedenle Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da Suriye’nin toprak bütünlüğünün önemini vurguladı. Bu konuda ABD’nin izleyeceği politika da belirleyici olacaktır. Benzer şekilde İsrail’in güneydeki müdahaleleri ve tampon bölge oluşturma girişimleri ülkedeki istikrarı tehlikeye atabilir. Dolayısıyla Türkiye için de Suriye meselesi yeni zorluklarla dolu yeni bir aşamaya girdi.
900 kilometreden uzun ortak sınır, milyonlarca Suriyeli mülteci, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki bazı bölgelerde askerî konuşlanması ve PKK ile bağları olan YPG’nin varlığı göz önüne alındığında, Suriye şüphesiz Ankara için sadece dış politikada değil iç politikada da en önemli konulardan biri olmaya devam ediyor. İktidarın fiili ortağı MHP’nin lideri Devlet Bahçeli’nin PKK’nın hapisteki liderinin Meclis’te konuşma yapması ve PKK’nın Türkiye’ye karşı savaşının sona erdiğini ilan etmesi için yaptığı çağrılar durumun karmaşıklığının altını çiziyor. Ancak Suriye de dahil olmak üzere Türkiye’nin dış politikasında tutum değişikliği belirgin bir şekilde yansıyor. Artık daha az mantıksız beklenti ve hamaset söz konusu.”
İSRAİL ESAD REJİMİNİN DÜŞMESİNDEN MEMNUN
Paul Scham
“İsrail geçtiğimiz yıl Hizbullah ve İran’ı zayıflatarak Suriye lideri Beşar Esad’ın HTŞ’nin yıldırım taarruzuyla devrilmesinin önünü açtı. Şimdi ABD ve İsrail Suriye’deki askerî ve IŞİD hedeflerini bombalarken İsrail Savunma Kuvvetleri Golan Tepeleri tampon bölgesindeki terk edilmiş Suriye mevzilerini işgal ediyor. Times of Israel’in haberine göre Savunma Bakanı Yisrael Katz Pazar günü İsrail ordusuna “Suriye’nin güneyinde İsrail’e tehdit oluşturabilecek ‘ağır stratejik silahlardan ve terör altyapısından arındırılmış bir güvenlik bölgesi’ oluşturulması” emrini verdi.
HTŞ ve diğer grupların Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın kaçması ve hükümetinin çökmesiyle sonuçlanan 10 günlük saldırısının, İsrail’in 17 Eylül’deki çağrı cihazı patlamalarıyla başlayan ve 27 Ekim’de İran’ın askerî altyapısına yönelik aşağılayıcı saldırıların ardından geldi.
Yine de ne İsrail’in Mossad’ı ne de herhangi bir Batılı istihbarat teşkilatı Esad Hanedanı’nın düşüşünün yakın olduğuna dair bir ipucuna sahipti.
İŞGALCİ İSRAİL İLE TÜRKİYE KARŞI KARŞIYA GELİR Mİ?
HTŞ son yıllarda, ortaya çıkan durumun en açık kazananı olan Türkiye tarafından desteklendi. Ancak ne HTŞ’nin ne de Colani’nin Türkiye’nin emelleri için bir vekil olarak hizmet etmeye hazır olduğu görülüyor. Türkiye’nin İsrail ile ilişkileri soğuk ama kesinlikle askerî bir çatışma arayışında değiller.
GOLAN SORUNU NE OLACAK?
Gelecekte kurulacak bir Suriye hükümeti ülkeyi yeniden canlandırmayı başarır ve Golan Tepeleri’nin halen İsrail tarafından kontrol edilen kısmını geri almak isterse sorun çıkabilir. İsrail burayı 1981’de fiilen ilhak etti ve çoğu İsrailli burayı ülkenin ayrılmaz bir parçası olarak görüyor. Ancak böyle bir senaryonun gerçekleşmesi oldukça uzak bir ihtimal.
İSRAİL’İN SONRAKİ HEDEFİ İRAN REJİMİ Mİ?
Eski İsrail Dışişleri Bakanı Shlomo Ben-Ami, 9 Aralık’ta internette yayınlanan bir makalesinde, “Suriye’deki Esad hanedanının 54 yıl sonra hızla çökmesi Ortadoğu’nun jeopolitik manzarasını değiştirdi” diye yazdı. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun bunu İran’ı da “devirmek” için bir bahane olarak kullanabileceği uyarısında bulundu. İsrail, Orta Doğu’nun en nefret edilen diktatörünün düşüşü ve kaçışıyla sonuçlanan olayları başlattığı için övgü almaktan açıkça keyif alıyor. Bunun ötesinde, şu ana kadarki tutumu, tüm bölgede olduğu gibi, bekle ve gör şeklindedir.”
AMERİKA’NIN ESAD REJİMİNİN ÇÖKÜŞÜNE TEPKİSİ NE OLACAK?
Brian Katulis, kıdemli araştırmacı, ABD Dış Politikası
“Beşar Esad rejiminin çökmesi, mevcut ABD yönetiminden ve yeni gelecek yönetimde çok farklı iki tepkiye yol açtı.
Pazar günü basına konuşan Başkan Joe Biden, ABD’nin “terörist grupların oluşturduğu tehditlere karşı uyanık kalacağını” vurguladı. Biden daha sonra Suriye’deki geçiş sürecine ilişkin bir dizi tedbiri dile getirdi.
Seçilmiş Başkan Donald Trump ise çok daha farklı bir mesaj verdi ve Truth Social’a büyük harflerle şunları yazdı: “BİRLEŞİK DEVLETLER’İN BUNUNLA HİÇBİR İLGİSİ OLMAMALI. BU BİZİM SAVAŞIMIZ DEĞİL. BIRAKIN DEVAM ETSİN. KARIŞMAYIN!”
Gerçek şu ki, olaylar sahadaki ve bölgedeki aktörler tarafından yönlendirildiği için bu iki zıt açıklamanın da pek bir önemi yok. Dahası ABD, IŞİD ile mücadele gibi birkaç kilit dosya dışında Suriye’nin başını ağrıtan pek çok büyük meselede stratejik olarak devre dışı kalmış durumda.
Suriye bir belirsizlik dönemine girdi ve ABD, öngörülemezliğiyle övünen yeni bir başkana sahip olmak üzere. ABD’nin Suriye politikasının İslam Devleti’ne karşı terörle mücadelenin ötesinde ne kadar önemli olabileceği bir soru işareti olmaya devam ediyor.”
Araştırma-Güngör Yavuzaslan